4 Mayıs 2013 Cumartesi

Birinden Yıldızları Saymasını Öğrendim

Böyle salaş liseli kıyafetimle pencerenin önünde oturuyorum bir gün. Zaten genel durumum budur, istemsizce bohem bir tiptim hep. Biraz daha sosyal hali olarak tasvir edilebilirim. Neyse, düşünüyorum böyle rehberlik dersinden sonra üzerimden tırlarla yük geçmiş yüz yirmi bir yaşında biriymişim gibi. Bir sevgilim var, iki seneyi zırlaya zırlaya adama sümük gibi yapışarak sürdürdüm resmen, hala da normal koşullarda olmasını ümit ettiğim bir ilişkim var. Çevirmediğim dolap düzen kalmadı hala dürüst olmasını beklediğim bir sevgilim var, egolarımı tatmin etmeye ihtiyaç duyup sağa sola laga luga muhabbet yaptım ne kadar çok kim bilir, adamdan hala kimseyle konuşmamasını bekliyorum, bir de aksi olunca da damarlarımda kızgın yağlar dolaşıyormuşçasına kıskançlık nöbetleri geçiyorum, üstüne bir de belli etmemeye çalışıyorum.

Kendimden nasıl nefret ediyorum, nasıl tiksinç buluyorum anlatamam o zamanlar. Hep psikolojik baskı bunlar, hep tekerrürden beyin yıkama. Dışarda bir yerde bir laf söylüyor böyle nasıl üzülüyorum, eve gidip taşaklarımı jiletleyesim geliyor. Adam beni o kadar çok eleştiriyor ki, ben de kendimi aşağlık pis böyle evlat zekalı biri sanıyorum. Artık kabullenmişim kendimi, bir de sürekli yaranmaya çalışıyorum buna, öyle böyle değil deli divane aşığım. Ölelim dese beraber Amerika’ya gider Empire States’ten el ele atlarım, öyle gözüm kara, kimseyi görmüyorum. Tipi de bir gösterme imkanım olsa da göstersem. Nasıl anlatayım korkuluk gibi bir tip, iki senelik üniversitesini beş yılda bitirememiş anasını satayım sanki tıp okuyor, bir de benden kısa birkaç santim, benden başka da kimsenin bakmayacağı bir şey aslında ama olay o değil ben uçan kuştan kıskanıyorum adamı. Medeni davranmaya çalışıyordum ilk baş ama yok yani iki sene bu nereye kadar rol kesicem, yağmur gibi esip gürlüyorum, bir de dediğim de olmuyor genelde, saçım başım dökülmeye başladı sinirden.  Nasıl da bi kafadaysam hayatı onunla görüyorum sürekli. E tabi o zamanlar ortamın amına koyduğumuz zamanlardı lisede, yedi tane birbirinden ayrılmayan gerizekalı bir aradayız sürekli, vur patlasın çal oynasın. Dersler desen Matematikten trigonometri var, hala sayısal yaşantımın kabuslarından biri olan konu götümde değil, nasıl olsa korkuluğum var, o bana yetiyor böyle, tek problemim ilişkimiz, hayatımın gençliğimin zirvesindeyim ama iki yüz yıllık yaşlılık var üzerimde bak bak bana yaşattığı ironiye bak am suratlı pezevenk. Ödüm kopuyor ayrılcaz diye, belki ondan önce en az doksan defa ayrılmıştır benden, ne yapıp ne edip tekrar barışırdım bunla. Sonra böyle sevimlilikler falan filan hop hemen mutluluk hormonlarım nirvanaya çıkardı. Nasıl salakmışım, nasıl bir gerizekalı, nasıl bir ezikmişim ben ki böyle mal ötesi bir ilişkiyi hayatımdan kimseye karşı yapmadığım yanlışlarla doldurup, ölürcesine sevdiğim adamla olan ilişkimi bok etmişim bilmiyorum. Velhasıl kelam, bir gün artık yıldönümümüz yaklaşıyor, hala da günüyle saatiyle aklımda sevgili olduğumuz zaman, allah beni kahretsin, sinüs altmış deyince bile kafamdan üçgen çizerken bu tarihi ne zaman düşünsem direkt hatırlıyorum, işte o tarihe gelirken ve ben de biraz daha büyümüşken (on ikinci sınıfa geçiyordum galiba) işte o pencerenin önünde sümsüklendiğim ana dönersek; ilişkim bok gibiydi, o yıl karmaşık sayılar vardı müfredatta, kopyayla geçtiğimi fark ettim, ondan sonra döndüm kendime baktım. Hiç de öyle olmak istediğim insanla alakam yoktu. Tarafsız derecede kişiliksizleşmiştim. Adam benim on altı seneden toparladığımı iki senede sikip atmıştı. Bir de mutlu mesut bir ak hayatım olsa neyse, elimde sıfır. Karnemde sıfır yoktu en azından kankalarım sağ olsun. (Bu kelime de çok “öğk!” aslında)
Bitemeyen ilişkinin bitmesi gereken yerini çok uzun zaman önce geride bırakmıştım. Belki de benden kurtulmayı düşünen, kendince biraz da olsa seven bir adamı ilişkimizde mahsur bırakmıştım. Hani böyle bir şeyi çok uzun zaman yapınca önceden yaptıklarını unutuyorsun, sanki onsuz bir hayat hiç olmayacakmış gibi, beş dakika bile molasız gelen mesajlara pıt pıt pıt cevap vermeyince hayat çekilmeyecekmiş gibi, her aşk şarkısını dinlerken kurduğun seksen senelik planları çöpe atınca sanki yeni bir hayat kurulamayacakmış gibi geliyor. Öyle çok, “ben yaparım, sen uğraşma ben alırım, sen dur yapamazsın ben hallederim.” Duyunca gerçekten hiçbir bok yapamayan bir insan gibi olmuşum artık. Hiç daha önce böyle sevmemiş sevilmemiş modundayım artık ama iş işten geçmiş. Süründürecek bir duygu bütünlüğüm bile kalmadı en sonunda. Gittim çat diye terk ettim Korkuluğu. Bu isim de yakıştı iyi oldu, Korkuluk diyelim madem. Hemen ardından nefesim daraldı telefonu kapatınca. Soluk borum pipet genişliğine kadar inmiş gibi zor nefes alıyordum. Nasıl üzüldüm, nasıl yıprattım aylarca kendimi, kimseyle flörte yeltenemedim. Korkulukla sevgiliyken bile daha fazla fingirdemişimdir hatta. Kederim, çektiğim sancılar, ara ara gelen nöbetlerim, üst üste birikmiş puding kaselerimden öğrendim ben yıldızları saymayı. Doğum günümde bile mesaj atmadı pezo, ağzına sıçayım onun, bayramda bile beklemiştim oysa ki. İki sene kahrını çektim ulan, senin gibi tipe sevgilim dedim, tek kaşlarından utan. Bir altmış dokuz boyundan utan. Ellerinden utanmayabilirsin, onları severdim ama utan işte beni o zaman o kadar üzmüş olmayı başarabildiğin için. Üç sene kimseye aşık olamadıysam başlıca sebebi senin ilişkimizdeki oscarlık piç rolündü. Gelsin kahve kupaları, gitsin kahve kupaları çok zaman geçti gibi üzerinden, ben Korkuluğum olmadan bugünkü ben olamazmışım gibi geliyor. Belki olurdum da daha hataya müsait, daha düzenbaz biri olurdum belki. Adam beni nasıl etkilediyse bir daha anneme “sigara içmiyom ben yaa” diye bile yalan söylemedim. Ondan sonra zaten başıma ne geldiyse doğruluğumdan geldi. O kadar sert çarpmasaydım belki bu kadar büyük konuşamayacaktım. En büyük küfürlerimle dönüm noktamın kesiştiği pezevenk: Özlediğim ve nefret ettiğim çok şeye sahip olarak öldün geberdin gittin belki neredesin, ne bok yapıyorsun bilmiyorum. İnşallah yalnızlıktan ölürsün.

Ben yıldızları saymayı öğrendim, artık bokumu bulursun. Çok zaman geçti belki ama, uzun zamandır da olduğum kişiden çok mutluyum. Bunları yazmasaydım, yarım yamalak öfkemi hep kafamdaki yüklemsiz biten cümlelere bırakacaktım. Bu da biraz bozuk bira tadı gibi bir şey bırakıyordu ağzıma. Sen de bozuk bira gibisin zaten. Öküz, mal, geri zekalı, ana kuzusu bir pezo, nankör köpeksin. Sana verdiğim emekler ve harcadığım sinir hücrelerimin telafisi ne yazık ki yok. Umarım iki üç dört senedir nerde bokta ne yapıyorsan orada olmaya devam et ve hiç karşılaşmayalım. Bir defasında altı ay görüşmemiştik ve senden bir gün bile soğumamış olma mallığını gösterdiğim için Allah benim de belamı verdi bence, daha da verir yani yok şüphem. Eskiden düşünürdüm: “ilerden tanışsaydık kesin evlenirdik bence” diye. Şimdi düşünüyorum da, senle şimdi tanışsaydım ağzını burnunu dağıtmadan bırakmazdım. Tek içimde bu ukde kaldı.

Sevgili Korkuluk; iyi ki vardın, iyi ki kalmadın...                               

6 yorum: