4 Kasım 2013 Pazartesi

Erkek Mezarlığı



Kardanadam’ı affedecek kadar zaman geçmişti galiba. Çok bekledikten sonra ‘iyiyim sen?’ dedim. İyiydim de zaten. O da iyiymiş. Aman ne güzel bunları karşılıklı olarak bilmek. Göt kafalı…


‘Peki’ dedim, aklımdan siktir olup gitsin diye. Beynimde hacim kaplamasını bile istemiyorum aslında. Ayrıldığımızdan beri, daha doğrusu ayrıldıktan sonra benim ona bir hafta aralıksız küfür etmemden bu yana görüşmemiş ve konuşmamıştık. Anlatacak bir şeyleri varmış herhalde ki yazmış bana kaç aydan sonra. Çok kafa yormamıştım o dakikalarda içeriği hakkında bu konunun. ‘Kızgın mısın hala?’ dedi bana. “Yok canım ne kızgın olcam, götüme mi takçam seni ohoo senden sonra neler neler (hiçbir kimse) geldi geçti, hey yavrum hey ben dert tutacak insan mıyım lan seni” demenin çok daha anlamsız halinde olsa da bunu ruh halimde hissederek ve aslında bu kelimelerden birini bile içinde barındırmayan sıradan bir diyalog sürdürdüm.  Konuştuk baya, ayrıldıktan sonra olanları… Dehşete düştüm.

Allah’ım vur dedik öldürdün yeminle, çocuğa ne kadar lanet yağdırdıysam sanki bir şeyler hayatında ters gitmek için programlanmış benden ayrıldıktan sonra. Babası ölmüş KardanAdam’ın. İçim parçalandı. O anlarda yaşadığım vicdan azabını anlatamam. Sanki benim yüzümden olmuş gibi nerdeyse karakola teslim olacaktım. Babasından sonra annesi de kemoterapiye başlamış. Kendimi suçlu hissetmem için gerekenden fazlası var hikayesinde. Bir de sınıfta kalmış bu mal, hadi bu benim yüzümden olamaz, geri zekalıydı zaten. Yelkenleri suya indirdim zaten. Neyine atar yapayım daha. Çok üzüldüm. Bir daha kimseye lanet yağdırıp beddua etmicem. Ben ona öl, geber pisik demiştim, ailesi ve etrafı için bir şey dilemedim. Yeni sevgilileri için dilemiş olabilirim biraz ama yine de böyle bir şey başına geldiği için vicdanımı rahatsız edecek kadar kötü dileğim vardı şahsı hakkında.

Arkadaşız şimdi. Hiç sevişmemiş, hiç seks yapmamış, hiç yan yana yürürken onu kendime yakıştırmamış gibiyim. Sanki hiç canımı yakmamış olan biri gibi günaydınlaşıyoruz arada. Kendisi de çok rahatsızmış ben kırmış olmaktan o yüzden yazmış bana bir de. Acıma acınacak hale gelirsin derler ya, çok doğru bir sözmüş amk. Ben ona gerekli cümleleri sarfeder ağzına sıçardım da, olay örgüsüne yakışık almaz bir durum olurdu. Bir erkeği mezarlığımdan çıkardım o gün. Onun Kardanadam olacağı hiç aklıma gelmezdi. Nefret etmedikten sonra eski sevgili olmanın bir anlamı da yok hani. Umarım mal hayatına yeni başlangıçlar atmak için iyi bir nokta olur da bu, götten herifin düzgünleşmiş halini de görürüm. Kırmış kalbimi, ama birini olduğu gibi kabullenip İlhan Şeşen şarkılarındaki gibi olmak güzel bir şey aslında. Bilmem belki hep yanlıştı duruşum. Belki affetseydim, daha çok severdim seveceklerimi. Büyüyorum lan galiba, bu iş gittikçe sıkıcı bir hale gelmeye başladı bile.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Nasılım? İyi miyim? Evet. Geber piç.



Şu yaz aylarından nefret ediyorum. Tamam deniz kum falan iyi biraz ama yok yani yaşam adına tüm fonksiyonlarım duruyor. Beynim sadece yaşamama yetecek kadar aktif. Salak salak dolanarak, oturmaya gölge yer arayan ya da markete su almaya girip soğutucuların yanında koltukaltı bezlerim normalleşene kadar dikilen; suyu içerde dikilirken içip kasadan da pet şişeyi geçiren bir arsız oluyorum. Yok abi yok yani bu enlemin insanı değilim kesinlikle. Taş devrinde falan olsam ben bu enlemde avlanamayacak kadar amcıklaşmış olduğum için ölür, eşsiz genetik mirasım da çiftleşemeden toprak olurdu. Yok yani, işkence resmen.  Spermlerim kuruyacak da Ricky Martin gibi çoluk çocuğa da karışamıcam diye korkuyorum. Ama kış öyle mi? Tertemiz steril bir defa. Beyaz. Biraz fosil yakıt azizliğine uğruyorum arada ama olsun. Şalı şapkayı tak, kafadan isterse yağlar süzülsün hiç yıkama gereksinimi olmasın. Kamufle et götü göbeği. Kartopu yap, içine buz koy taş koy. En Lisedeysen bir de sigara için bile kamuflaj sayılır kışın ağzında çıkan buharlar. Bu harika artılarını geçtim en azından bir seçenek var elinde, üşürsen giyinirsin, kalorifere dayarsın götçeğizini, alırsın tüte tüte yersin pudingini, yani soğuk için çözümler var. Ama sıcak! Sokakta kendime klima taktırasım geliyor. Akü alıp vantilatör taşıcam artık. Ruhumu teslim edicem amk.

Böyle yine bunaldım bir gün. Yattığım yastığı sırılsıklam etmişim. Kafamdan işiyorum sanki. Bir de   Dıt pıt ötüyor o tablet dang dong salak bildirim sesi kulaklarımı tırmalıyor. Kalk dedim amk kalk kapat şunu. Söve söve kalktım. Bir iki mal arkadaşım can sıkıntısına mesaj yazmış durmuş. O mallara kaydırırken bir de bir piçten mesaj gördüm. Arsızca bana “Nasılısın?” yazmış. Bir de tam yani soru işaretiyle falan. Resmiyete gel. “Dilin bademciklerimdeyken hiç böyle değildin aşağlık köpek, allah belanı versin inşallah, reziiil, utanmadan bir de nasılsın yazmış. Sen merak etmen gereken zamanda sorsaydın nasıl olduğumu, güzel hatıralarımız çiçek böcek bir takım anımsatıcı nesnelerimiz olurdu birbirimizde. Pis nemrut, sıfatsız, karaktersiz piç” diye söylene söylen yuvarlanmaya devam ediyorum yatakta. Bu piç, bu saydırdığım hakaretlerin bir milyon katını hakeden bu şeref yoksunu şey beni terk etti. Resmen terk etti. Ben göt gibi, bir piç gibi ortada kaldım. Hem de her şeyin çok yolunda olduğunu sandığım bir andı.

uyuyabilsem yine sakin bir insan olacağım hayata karşı pozitif falan bakabilmeyi denicem hiç değilse. Yok sağa sola dönüyorum yok.

Biz bu soğuk nevaleyle internette tanışmıştık. Çocuk böyle yapıştı, sülük resmen. Ben de nasıl boşluktayım. Herkes üniversiteye gitti, ben hala ders çalışıyorum, derin depresyon, hayatımdan nefret etme, Sezen Aksu fonunda geçirdiğim günler. Bir de işim de var o zaman, param var, enerjim yok. (nasıl bir malsam, şimdi olsa ortalığın hıııammına) Ona rağmen bula uğraşmak fazlalık geliyor bana. Sanki kanserin tedavisiyim amk. Nasıl ilgi nasıl yok böyle bir şey. Çocuğa iki kelimelik cevaplar yazıyorum bu mal da beni kuul bişey sanıyor galiba anlam veremiyorum. Neyse o anlık acıdım buna ben. Ah dedim şopar sıfatlı bir şey zaten. İnsan ayrımı yapmayayım belki iyi biridir falan diye vicdanımı rahatlatmak için kamerada falan konuştuk. Komşudan mı giriyor n’apıyorsa artık piksel piksel bir kel kafa, lafta yirmi yaşında ama kesin yalan diye düşünmüştüm. Sonra Facebook falan ekleştik. Fotoğrafları iyiymiş çocuğun. İlk baş burun kıvırdım ama fena değil yani, gideri var. Zaten yapacak işim de yok konuştuk geç saatlere kadar. Birkaç gün sonra telefon numaramı verdim. Baya baya ben alışıyorum buna. Nasıl iyi, nasıl efendi böyle. Üzerimde öyle bir etki bıraktı ki sümüğümü atmam dediğim çocuk sadece konuşarak iliğimi kemiğimi akıttı. O hafta sonu buluşma kararı aldık. Atladım geldim İstanbul’a. Taksim’e de geldim. Bu salağın da arkadaşları da o gün gelecek olmuş. O da kıramamış onları. Onlarla beraber takılıcaz. Bana da olur gibi geldi. Belki komedi bir ortam olur, bu salak orda canımı sıkarsa eğer ben de orda koparım gece de arkadaşlardan birine geçerim bunu da bir daha aramam diyordum. Bu kadar plan kurabildim çünkü baya bekletildim. 20 dakikaya yakın. Tüm kurallarımı ilk günden esnettim bu mal için. Ben bunları yapıyorum, kendimce çok emek veriyorum buna ama, işte eşek hoşaftan ne anlar canım ya. 20 dakika bir mağazanın önünde dikildim. Korktum artık dükkanın önünü kapatma diyecekler diye. Bekledim bekledim bekledim… Geri dönme tribine girdim. Zaten yalan söyleyerek evden çıktım, gerginim. Saniyeler değil ömrümden ömür geçiyor. Geri dönme düşüncesi beynime iyice saplandı be harekete geçiyordum…

Oysa ki benim kartım tabletimde takılıymış. Bu sakat beni arayamamış. Meşgul çaldığı için başkasıyla konuşuyorum sanmış. Beklemiş. Mesaj gelince farkettim, “kimle konuşuyorsun?” diye. Ah Salak, nerde kaldı Majestelik? Kaç saattir de triplerdesin.Ne kızdım kendime.  Aradı beni de buluşucaz çok şükür ama benim surat düştü, gülümseyemiyorum, kendimi sakinleştiremiyorum. Hala sinirliyim çok haklıymış gibi. Karşıdan biri geliyor, bizim kele de benziyor, ama o değildir. Zaten çocuk reelde çirkinse çok bozulmak yok diye kendimi en kötüsüne  hazırladım. Bana yaklaşıyor mavi gömlek. Beyaz çizgileri var. Geliyor geliyor, “hadi goool” olsun artık, hadi amk diyorum diyorum. Dua ediyorum o anda. Büyük bir beklenti içinde nefesimi tuttum ve kalp atışım istiklelde yankılanıyor o anlarda. Ve evet işte bu. Oymuş. Çocuk resmen ışıldıyor sokakta, bunca zaman kendimi azla avuturken bu muymuş aslında bu çocuk? “Allah’ım teşekkür ederim. Asla yalan söylemicem, anneme ayakkabılarımı fakir çocuklara veriyor diye hiç kızmıcam, milletin bana güvenerek anlattığı sırları bir daha hiç kankalarıma kimseye söylemeyeceklerine yemin ettirip te bile anlatmıcam. Sağ ol, sağ ol.” Ağzım kulaklarımda ah nasıl mutluyum. İlik gibi piç. Nasıl tatlı. Geç geldi, benim yüzümden, ama o nasıl mahcup. Kelebekler falan oldu her tarafım. Ordan arkadaşlarının yanına kadar yere basmadan yürüdüm.  Çaktırmadan tüm profilini çizdim. Kulakları bile güzel sanki. Yemek yiyorlarmış. Beni beklerlerken acıkmışlar. Biz de arkadaşlarının yanına girdik. 4 kişiydiler. Hepsiyle tanıştım falan. Çocuğun biri fazlasıyla hoş biriymiş. Sarı sürtük. Ona öyle fesatlık dolu bakışlar fırlattım birkaç dakika. Oradan kalktık gezdik biraz daha onlarla, sonra biz bu buzdolabıyla ayrılmaya karar verdik onlardan. Yol boyunca ilişki ideolojisini anlattı. O anlatırken ben kafamda kırk senelik plan kurdum. Yaz tatillerimi nerede geçirebileceğimizi, ben iş bulduktan sonra hangi şehirde yaşayacağımızı falan düşündüm. Arada bir buna “evet, hı hı” falan yaptım. Tamam kesin oldu bu iş.

Benim isteğim üzerine Boğaziçi Üniversitesi’ne gittik. Maksat üniversite göreyim artık. Bahçesinde baya oturduk. Benim fotoğraflarımı çekti, bir de o fotoğrafı ayrıldıktan sonra bile profil fotoğrafı olarak kullandım; belki görür de pişman olur diye. Orada baya konuştuk. Nedense onu dinlemeye karar verdim. Acaba çok mu bencilim, bu yüzden mi kaybediyorum. İnsanlara roller çiziyorum, yapıp yapamayacaklarını bilmeden. Yapamayınca da sövüyorum. İstediğim gibi olmuyorlar, kendileri gibi de olmuyorlar.  Bunun farkına varıyorum arada bir. Onu dinlemem gerektiğini düşündüm sanırım yine. Baya doğru şeylerden falan konuşuyor. Benden hoşlandı mı hoşlanmadı mı anlayamıyorum ama. Tam bir buzdolabı, kardanadam. Evet Tam onu niteleyen bir isim ‘kardanadam’. Esmer de bir şey, süper oldu bu mahlası. Tam bir dengesizlik abidesi. Boğaziçi’nden çıktık. Bebekten ortaköye kadar yürüdük. Neredeyse ölecektim ama gıkım çıkmadı. Ordan kardanadamın evine geçtik. Arkadaşları da gelecek o gece evlerine, ama ilk baş biz ikimiz geldik. Film izleyelim falan dedi, peki dedim ne dicem amk. Gel sevişelim boş ver filmi diyecek halim yok. Bir koltuğa oturdum. Herif geçti bana en uzak koltuğa oturdu. Allah belasını versin. Kendimi korkunç hissettim. Hiç bilmediğim bir semtteyim. Otobüs bile bulamam ordan gitmeye. Taksi durağı bile bulamam. Kaçmak istedim o an. Film bitene kadar tek kelime konuşmadık. Oğlum sen değil miydin bana sülük gibi yapışan, buluşmak için deli olan. O kadar da çirkin değilim bence. Tamam, beğenmemeni kabullenebilirim biraz zorlanarak bile olsa ama ne yani mal. Şu hale bak diye lanet yağdırırken arkadaşları geldi. Hiçbir saniyesini izlemediğim filmi de hala kapatmadı. Sonuna kadar izledi onu. Gelen çocuklar çok kafaydı da o geceyi öyle atlattım. En azından çekilir kıldılar. Votka mı içmiştim hatırlamıyorum ama sarhoş olmadan dayanılacak bir durum yoktu. Bir ara bunla öpüştüğümüzü hatırlıyorum. Ateşli bir kardanadam öpücüğü. Karanlık bir oda, biraz ter falan anımsıyorum. Bir de sabah odada donumu bulamadığımı. Bir uyandım. Sarılmış bana, ay nasıl tatlı. Veledim olsa keşke üstüme falan alsam. Romantikliğin ardından gelen soğuk duş etkisi. Elimi bir uzattım aşağı bokserım yok. Her yeri aradım odada yok. Kardanadamınkini giysem bir ayıp olacak. Üçüncü buluşmadan önce sevişmicem diye yemin etmiştim kendime. İşte beni allah kahretsin. İnşallah salonda falan değildir. Banyoda hiç olmasın lütfen Allahım. O kadar fanteziyi bir gecede sermiş olamam önüne. İlerleyen yıllara saklayacaktım onları ben. Dayanamadım bu psikolojik baskıya. Sarsarak uyandırdım kardanadamı. Kardanpiç. O sırada romantizm, öperek uyandırmak falan aklımda bile değil. Ayak ucumda bulduğum tişörtümle kapadım namahremimi. “hı, ne oldu ya, uyandın mı?” falan diye salaklaşırken bu gördüm ki bokserım yastığın altındaymış. Tanrım, beni sevdiğini tahmin ediyordum da, ilk defa o zaman bu kadar belli ettin. Ben de seni çok seviyordum. O gün çok güzel geçti. Çok fazla güzel hatta. O gün eve döndüm. Sonra tekrar ve tekrar buluştuk. Her iki haftada bir İstanbul’daydım. Korkulukla çok ayrı kalırdık. Bu bari özlemesin araya mesafe girmesin de aynı şeyler olmasın diye sürekli yanında oldum. Kıskanmasın, benim gibi saçını başını yolmasın diye hiç kimseyle konuşmadım. Asla bir tane bile yalan söylemedim. Hep istediğim sevgili kendim oldum. Bu defa biterse kendim sonuna kadar haklı olmalıyım demiştim.

Bunun bir platoniği varmış benden önce. Çocuk bunun yanından kalkıp başkasıyla yatmaya gidiyormuş. Bunu bana anlattığında çok üzülmüştüm. Yemek yapıyordu bize. Sımsıkı sarıldım ona. Çok zor bir şey olmalı. Başıma geldiğini düşünemiyorum bile. Canımdan can gibiydi. Ona gerçekten aşıktım. Onu seviyordum. Belki yaptığım en doğru seçimlerden biriydi o. Onun kalbini kıran o insandan da nefret ediyordum.  Ama çocuğun kim olduğunu sormamıştım. Bir gün aklıma geldi. “Kim o tanıyor muyum?” dedim. “Evet” dedi. Çok meraklandım. Kim peki falan soruyorum bir türlü cevap vermiyor. Gittikçe şüpheleniyorum. Arkadaşım falan mı lan yoksa,  ölürüm kıskançlıktan. Gerçekten ölürüm. Bu öküz bana böyle öküz gibi davranırken yakınımdan birine altı ay platonik kaldıysa oturur ağlarım orda. Kim o falan diye o kadar çok ısrar ettim ki sonunda söyledi. Duymaz olaydım. Resmen kurduğum kırk sene aynı anda götüme geri kaçtı. İnanamadım. Onun kafasını orada mutfak tezgahına vurarak parçalamak istedim. İlk buluşmamızda fesatlanarak baktığım sarışın sürtükmüş. Ama bak ben sürtük demiştim. Ama ben anladım. Oh çok iyi yapmış. Keşke yanında verseydi başkasına. Allah seni kahretsin, sen nasıl bir rezilsin, nasıl bir midesizsin. Biz onun yanında öpüştük. Biz içerde sevişirken o yan odadaydı, biz kaç kez birlikte takıldık, erkek dedikosudu yaptık, yemek yedik, yanında elimi tuttun, gözüme baktın, sen geber pislik. Mideme krapmlar girdi. Bir kova kum yutmuşum gibi ağzım ciğerlerim kurudu saniyeler içinde. Hem sövüyorum, hem moddan moda geçiyorum. Neler dedim hiç hatırlamıyorum. Ondan nefret ettim, hem de kıskançlığım burnumdan çıkacaktı nerdeyse, üzgünüm bir yandan, bir yandan hiddetliyim. Gururum mantığım hepsi birbirine girdi. Verilecek bir tepki bulamıyorum. O gün ayrıldım ondan. Daha önce de birkaç kez yapmıştım ama bu başkaydı. Birkaç gün sonra yine barıştık. İşte benim hatam buydu. Hiç yaşanmamış gibi saydım bazı şeyleri. Soğukluğunu yapısı diye kabullendim. Mesafesini kalp kırıklıklarından sandım. Anlamaya çalıştım onu. Empatinin amınakoydum. Özletmedim, kıskandırmadım. Ve her şeyi yoluna koyduğumuzu sandığım bir anda, yeni bir test kitabına başlarken beni aradı. “Senle bir şey konuşmak istiyorum uygunsan” dedi. Ders çalışmam gerek sonra konuşuruz dedim. Kariyerim ön planda lafta. Bok. Ancak milleti inandırabilirim buna. Duygusalım işte lanet olsun. İçim içimi yedi. Yarım saat zor bekledim arasın diye. Tırnaklarımı derilerine kadar kemirdim. Önleri testere gibi oldu. Aradı beni Kardanadam. Hiç olmadığı kadar soğuk geldi sesi. Ayrılık çanlarını daha o anda hissettim. Keşke “Aa ben de senden ayrılcaktım tam, iyi oldu aradığın” deyip kapasaydım telefonu. Ama o konuştu. Ben birini özlemek, kıskanmak istiyorum dedi piç. Bana bunu dedi. “Yapamıyorum, seni seviyorum ama yapamıyorum” dedi. Hiç yıkılmış gibi olmadım. Anladım onu, korkuluktan sonra ben de ona tapamadım ama sevdim kendimce. Ki biz ayrılalı bir yılı aşkın zaman geçmişti. Onunki daha yeni sayılırdı. Yaralarını sarmak için kısa bir süre zarfı. Ben de yapamazdım. Yaptığımı sanardım belki, ama yapamazdım. Sessizce gitmek zamanıydı benim için. Hayatımda kendimi dingin ve mantıklı hissettiğim ender dakikalardandır. Yüz yılın en kuul ayrılığını yaptım. Hiç üzülmeden, hiç kızmadan, sövmeden terk edildim. Anladığımı söyledim. Çünkü onun kalbini daha fazla yıpratamazdım. İnsanları kırmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu öğrenmenin birinci yıldönümündeydim. Biraz şey de vardı, ‘aman nasıl olsa geri dönecek’. Öyle sandım.

Kardanadam geri dönmedi. Nasılım diye bile aramadı. Merak etmedi beni. Günde bir milyon kere profiline girdim. Ekli bile değildi üstelik, hemen silmiş engellemiştim. Arkadaşımın Facebook hesabından kontrol ediyordum. Ayrılıkla ilgili bile bir şey paylaşmamıştı. Muhtemelen üzülmemiş, üzerinden yük kalkmıştır herhalde. Ben bunları gördükçe, bir de üstüne okula yeni kayıt olanlarla ilgli bir gönderisini okuyunca doldum doldum, o kuul ayrılıktan eser bırakmadım. Sövdüm sövdüm, kendi kendime atarın ilahesini yaptım.  Ne radikal kararlar aldım aldım, tutmadım. Asla yapmayacaklarım listeme maddeler ekledim bir milyon tane daha. Ondan nefret ettim. Bunu ona da söyledim. Sen aşağlık birisin, umarım karşıma çıkmazsın, ağzını burnunu dağıtıcam allah senin belanı versin dedim. Ne beddualar ettim. Ölsün istedim. Sonra bir daha hiç aramadım onu ve hiç takip etmedim.

Şimdi gelmiş bana ‘nasılsın?’ diyor.  Soru işareti bile var üstelik.

14 Temmuz 2013 Pazar

Yeniden başlasak, bu defa durmasak..



Korkuluk beni hiç aramadı. Ben de onu hiç düşünmedim. Galiba ait olduğu yere, asla değmeyenler evrenine geri döndü. Hak etmeyen bütün piçler bence bir araya toplayıp sonsuza kadar yalnız bırakmalıyız. Genlerindeki hayırsız piç bölümünü asimile bile edebiliriz. Gelecek neslin mutluluğu için mesela. Biz üzüldük, onlar üzülmesin. Kimi sevseler o da onları o kadar sevsin. Kalpleri kırılmadan büyüsün. İlk aşklarını hep gözlerini kapayarak düşünebilsinler falan filan.

Korkuluk yokken huzur ve refah içinde ders çalıştım, hiçbir duygusal nevroza sürüklenmedim ve net biçimde acı çektiğim de söylenemez. Süper diyemesem de, ‘idare eder’ olarak nitelendirebiliyorum sınav sonuçlarımı da. Galiba İzmir’e gidicem. Önümde yüksek lisansıyla Erasmus’uyla şekillendirebileceğim kocaman bir akademik hayatım olacak. O kadar heyecanlı ve hevesliyim ki üniversiteli olmak için, üç beş kelebekle havaya uçabilirim. Bokumda bile kıpırtılar görüyorum. Şu bir hafta boyunca sürekli girip İzmir’i ve üniversiteyi araştırdım. İnsanlığa oldukça uzak fakat ben üniversite özlemiyle yanıp tutuşurken gözüme cennet gibi gözüküyor. Sanki hepsini yapabilecekmişim gibi tüm avantajlarını kullanma planları yapıyorum. Çok heveslendim amk bu işe. Bu hırs bana ilk derse girene kadar gider. Sonra sınıfı geçmeye çalışan psikolojiye giricem yine.  Ne yüksek lisanslar ne doktoralar geçiyor böyle kafamdan, pipimden baloncuklar çıkacak. Tercihler açıklanana kadar geçecek sürede on yıl yaşlanıcam. Annem babam ve her şeyden sürekli şikâyet eden babanem bile bana çok iyi davranıyor. Yıllar sonra evlatlık olmadığıma inanmaya başladım.



Her şey gerçek olamayacak kadar iyi gidiyor. Sonunda ne gelecek merak ediyorum. Böyle zamanlarda hep böyle olur çünkü, evrenin gösterip vermeyen kız amınakoydumsuluğundaki oyunları hep bunlar. Bir şey ne kadar süre iyi giderse kötü gideceği süre de o kadar çoğalır. Başıma ne gelecek diye endişelenmeye başlıyorum. Bir yaz daha böyle olmuştu, tüm yazı annem ve babamdan uzakta, neredeyse sürekli tatilde geçirmiştim. Yemek yeyip yemediğimi soran; saçımdan, mesajlaşma hızımdan, akraba düğünlerine gitmek istememe kadar her şeye sürekli, molasız söylenen annem ve babamdan uzaktım. O yazın sonunda korkulukla tanışmıştık. Yine böyle bir şeyin olma olasılığı korteksimde karadelik açıyor. Belki de böyledir, belki bundan sonra hayatımın aurası maviden turuncuya geçer, yüz yılın sevgilisiyle tanışır, derslerim hep AA olur, hadi B’ye de razıyım, manzaralı bir apart bulur ve çok eğlenceli bir oda arkadaşım olabilirdi. Yani bunların hepsinin birden olma olasılığı imkansız sayılmazdı. Murphy’i haksız çıkartmak için tonlarca sebep sunabilirdi yaşantım bana. Bu kadar optimistlik bana bile fazla bazen ama hayal kurmak bu demek. Şimdiden kötü olabilecek şeyleri düşünüp akışımı olumsuzluğa kaydıramam. Bir ara spor salonuna gitmeliyim. Artık yerlerde sürünen cinsel yaşamım ruh sağlığımı bozuyor. Sürekli nirvanadayım. Dünyadaki son nefes alan yaratık o olsa sümüğümü atmam diyeceğim tipler bile zaman zaman ‘fena değil’ gibi gelmeye başlıyor. En azından baklava falan çıkartırsam belki katsayım 0.16’dan daha yüksek bir değere ulaşır.

Bir de biriyle yeni tanışma olaylarında baya pratiğe ihtiyacım var. Bu beklenti sürecinde tamamen platonik bir tavırdayım. Sürekli doğru insanın gelip beni bulacağını, en iyi ihtimalle eşit bir ritüelde tanışacağımızı düşünüyorum. Kimseye ilk mesajı atamam mesela, ilk ‘seni seviyorum’ diyen ben olmamak için kendimi kasmaktan inme inecek bir gün. Kompleksin allahıyım böyle konularda. Daha önce denedim, ilişkiyi götüren taraf olmayı birkaç kez denemiştim. Sonra sürekli her şeyi zorla yaptıran tiplerden hissediyorum kendimi. Ne dese batıyor, ne dese alınıyorum. Dünyadaki en berbat insanmış gibi hissediyorum kendimi. Sosyal yaşantıda ne kadar rahatsam ilişkilerdeki özgüvenim o kadar az. Daha tanışırken bile nasıl ayrılırız acaba diye düşünüyorum. Saçlarının önünü diken kısmi apaçi gibi duran fakat birkaç Dostoyevski kitabı okumuş olan o çocuğu gördüğümde bunları dinlemeye çalışırken bir yandan da, “ben mesafeyi koruyayım derken bu kesin başkasıyla konuşur, ben de bunu yakalarım. Yumruklasam çok mu kro gözükürüm acaba, sessizce ayrılsam daha bir kuul olur sanki” diye düşünmüştüm. Ne zaman hiç umursamayan, duyguları hiç yokmuş gibi davranan, hiç takmayan o kişiyi oynamak yerine ne zaman gerçek kişiliğime çeviricem bilmiyorum. Keşke bununla ilgili bir kurs falan olsaydı. Tüm alıklar toplanır, ayrılıklar sonrası puding kaselerini boşaltmaz, içip içip mesaj atmazdık. Tüm insanlığa daha mutlu bir elektrik gönderebilirdik belki. Lanet olsun, biriyle işler boka sardığında tırnaklarımı bile suçlu buluyorum. Asla normal bir ilişki yürütemicem sanırım. Çok güveneceğim ve kaygısızca düşleyebileceğim yüz yılın aşkını beklemekteyim. Ne kadar klişe. Ne kadar gelinlik kız ideolojisi, nasıl bir malım amk ben. Her filmde ve kitapta benim gibi olan tipler ilk sevgililer olur. Ve herkes bilir ki hiçbir filmde adam ya da kadın ilk sevgilisiyle evlenmez. The Notebook hariç tabi. O filmde kadın başkasıyla nişanlanmak üzereyken ilk sevgilisine geri döndü. Zaten tüm ümidim bu filmlerden yana. Açlık oyunlarına bir bakın, tanrı aşkına kim Gale kazansın ister ki, bir yerlerde kendi hikayem olmak zorunda. Ve tanrım bu benim kaderim olsa iyi olur. Yoksa bu dünyayı birbirine katarım haberin olsun.

7 Mayıs 2013 Salı

Canım görüşmeyeli neler yaptın? Allah belanı vermiştir inşallah?


Evren bir yerden götüyle gülüyor, kahkahalarını buradan duyuyorum. Ve kusursuz bir orospu çocuğu performansı sergiliyor. Her şey olabilirdi, hepsine ihtimal verirdim fakat bu çok, çok fazla. Benim için bile fazla. Geçenlerde Korkuluk için ne kadar şey yazmış olursam olayım üzerinden çok zaman geçmişti. Sevdiğim zaman çok geride kalmış, çok uzun bir süre nefret edilmiş biriydi. Deşmek, cesedine işemek istiyordum belki ama eskisi kadar ne nefret duyuyor ne de kızıyordum. Hatta içten içe affetmiş bile sayılabilirdim. Özetle vaz geçmiştim. Ayda yılda bir aklıma geliyordu, o da benim çabamla. Vücudundaki benlerin yerlerini bile unutmuştum. Yüzü bile o kadar eski bir siluet ki aklımda, hatırlarken bile biraz düşünmeme sebep oluyor. Onca zaman geçti ve eskiden sahip olduğum tüm duygulardan sıyrılmış, bambaşka hissediyordum. Her şey çok değişmişti, dönmek için hiçbir sebebi yoktu. Dönmekten ziyade hortlamak için. Ben saydım sövdüm o kadar, içim rahat bir şekilde huzurlu bir uykuya dalmıştım…

Aceleyle uyandım, halam oradaydı, ve yanında eşi tarafından bir akrabasını getirdiğini, kızın yeni çocuğu olmuş, hatta oğlu olmuş, işte gezmeye çıkmışlar artık taze anne ve baba olarak. Neyse kalktım şimdi, kahvaltı fasla büyük olacak anlaşıldığı üzere, seksi pijamalarımı çıkardım falan giyindim işte kahvaltı bahçeye hazırlanmış. “Hoş geldiniz” bölümüne girecektim ki gözlerimin yuvalarından çıkmak üzere olduğunu hissettim. Allahın apaçisi, Dexter olmak için başlıbaşına bir sebep olan o ahmak herif bahçemde ve bir bebeğe “agucuk gugucuk” yapıyor. Çığlık atasım var, her bir yanım kilitlenmiş vaziyetteyim, kafamdan aşağısı sanki beton kalıbında dökülmüş gibi. Önce hangisini öldüreyim tanrım? Bu piçi mi öldürsem, karşısındaki sarışın yellozu mu? Çocuk da bana kalır, onu sayısalcı matematik dâhisi olarak yetiştiririm. Paralel evreni keşfeder, ben de gururlanırım. Göz göze gelemiyoruz, hoş geldiniz diyemiyorum çünkü, hayalet konumuna geçtim. Çıldırmanın eşiğindeyim. Bunun daha fazla saçı var kafasında, en son ayrıldığımızda bu kadar da değildi, hatta kel kalıcak da kimse bakmayacak diye kendimi avutuyordum. Ne olmuş bu saçlara, yok yok olamaz bu bir rüya olmalı dediğim an ayaklarım suya erdi. O kadar saç bu mala fazla, allah da biliyo işte ama neyse. Kocaman derin bir nefes aldım ve yataktan kalktım. 

Gördüğüm en kötü kabuslardan biriydi. Katliamın allahını yapardım. Ben bin yıl meditasyon yapsam hazmedemem bunun onda biri değerindeki bir şeyi bile. Kalktım yüzümü yıkadım, içim soğumadı. Kafamı da soğuk suyla yıkadım. Bir de yarım saat kabaran enselerimi fırçaladım. Çocuğun rüyası bile zarar hayatıma. Sanki gerçekten evlenmiş, ya da evlenmek üzereymiş gibi geliyor hala. İçimden bir ses, bu kesin nişan, söz, düğün müğün bir şeyler yapacak diyor. Sormassam ölürdüm. Zaten cevap vermezdi de angut. Çok kısa öz bir mesaj attım. “Seni rüyamda gördüm, evliydin ve oğlun vardı.” Yıl dönümümüzde de atmıştım, o yüzden gurur sınırlarımı bir hayli esnetmiş olduğum için bir de böyle bir düşünce beş duyuma birden hitap eder haliyle rüyamda bile kafama kazındığı için sormamak elimde değildi o gün. “Sana ne” dese, verecek cevabım yok. Neyse, bir saat geçmiş olmalı üzerinden, haldır haldır ders çalışıyorum sabah seansı, telefonum çalmaya başladı. Korkuluk arıyor. Bir de bu salağın telefon numarasını silmiştim ben, ama nasıl artık içselleştirdiysem üç senede toplam 2 kere kullanmak zorunda kaldığım telefon numarasını bir türlü unutamamışım. Mesaj yazarken çatır çatır yazdım aklımdan. Babamınkini bile ezbere bilmiyorum. Neyse açtım, kesin numaramı tanımamıştır, o da silmiştir diye düşünürken. “Merhaba Barış” dedi.  Lanet olsun tanıdı dedim içimden. Az daha laf sokacaktım  “tanıyamadın mı?” gibilerden. İstemsizce iyi bir diyaloğa dönüşecekti. Ben de şans olsa zaten. “Merhaba” dedim.  “Nasılsın?” dedi. Tabi ki iyi olacaktım. Hayatımın en bok gününü bile geçiriyor olsam sana karşı tabi ki muhteşem hissediyormuş gibi anlatacaktım. Hatta her şey o kadar yolunda ki anlatamam, bu kusursuz yaşamımda yerin olmadığını düşünerek kahrından geber, demek isterim. “İyiyim sen nasılsın?” dedim ben de. Allah belanı vermiştir inşallah canım, demek lazımdı işte ama öyle de çok takarmış gibi gözükmek istemiyorum. “Ben de iyiyim. Mesajını gördüm, uzun zamandır görüşmediğimizi fark ettim. Bir arayayım dedim” dedi. Fark etmiş demek, o kadar uzun zamanda ne olduğunu, benim nasıl olduğumu hiç merak ettin mi? Geceleri birden bastıran yalnızlık nöbetlerime nasıl filmler yetiştirdim, etrafımdaki herkes mutluluktan dört dönerken ben hep bir yerlerden seni bekledim sessizce. Mezun oldum, yoktun. Anasının amı gibi kol gibi giren sınavlara girdim, nasıldı bilmiyorsun bile. Oysa “sen nereyi  kazanırsan, ben de oraya yerleşicem. Okulunu bitirene kadar hep birlikte olucaz” derdin. Ben de salak gibi gerçek olacak sanardım. Çok zaman olmuş bir de, oldu tabi piç, allahın belası, çok zaman oldu. Sensiz çok oldu hatta. “Ah evet, uzun zaman oldu, neler yapıyorsun, nasıl gidiyor?” dedim. Hiç de umurumda değildi. Bensiz berbat bir hayatın olmuştur inşallah. Sikin kopmuştur da götüne girmiştir inşallah. Bana bir kere bile veremediğin götün kopmuştur inşallah. “İyi, ben de Antalyadayım” dedi. Tatilde kesin. Senin neyine ulan tatil. Bu mevsimde neyine tatil!  Kim bilir kimle gittin. Ah kesin sevgilisiyle gitti. Ben yola getirdim adam ettim, sefasını başkaları çekecek. Tanrım onlara kim bilir nasıl davranıyor. Hiç zorlanmadan sarılmış, sevmiştir kesin. Benim hiç hissedemediğim tüm sıcaklığı başkalarına vermiştir. N’olur bir an önce bitsin bu konuşma, daha çok öğrendikçe sinirlerim haşat oluyor.  “Ha ben de ders çalışıyordum” dedim.  Telefonun kapanma ihtimalini artırır düşüncesiyle. Sonra her zamanki nasihatlerine başladı. Yok efendim mühendislikler konusunda dikkatli tercihler yapmalıymışım, o da bu işlerin içindeymiş, sonra işte kendimi geliştirirsem iyi işler yapabilirmişim de cart curt. Lan am kafalı salak, ben hiçbir şey bilmiyorum di mi? Sen biliyorsun bir tek, nasıl geliştirecekmişim kendimi, bana nasihat vermek yol yordam göstermek sana mı kaldı? “Çıkamadın hala Tekirdağdan” dedi. O kadar sinirlendim ki, beton kamyonunda döndürüp döndürüp üzerine meteor yağdırmak istedim. Burası doğup büyüdüğüm yerdi, hatta kendimi ait hissettiğim tek yer. Nereye gidersem gideyim, hep bir parçam burada kalacaktı. Burası kurtulmak istediğim bir yer değil, ayrılmam gereken bir yer olacaktı zamanı geldiğinde. Evim, ailem, arkadaşlarım, etrafında su tabancasıyla ıslattım bütün duvarlar, bahçede köşelerde olan karınca yuvalarını minicik parmaklarımla ezdiğim yerler, güneşin doğduğu, battığı teperler, çocukluğum, her şeyim buradaydı. Kaybetmekten çok korktuğum tüm dünyam. Bunu bile anlamdıramayacak duygusallıkta sığ bir öküz olduğun için ve sende sevecek ne bulduysam bunun için kendimden utandım. “Yoo, burayı oldum olası severim. Çıkmak istediğim bir yer değil. İstediğim yere zaten gidebiliyorum. Burada bir yıl daha kalmaktan mutluyum” dedim. “peki, yanlış hatırlıyorum sanırım” dedi. Sonra aklıma geldi, evet yanlış hatırlaman normal, çünkü senle dünyanın her yerinde yaşayabilirmiş gibi davrandım. Küçük bir göl evinde yaşlanalım istedim, hep bunu söylerdim. Öyle hatırlaman normal. Seninle neleri denk tuttuğumu anlayamamış olman da normal. Sevdiğim her şeyden uzak kalıp, seninle olabileceğim mutluluğa, seni ailem yapacak olan şeyleri, anlayamamış olman çok normal. Çünkü sen busun, nankör, kıymet bilmez, değerini hiç hak etmemiş birisin.. “Oldu tamam teşekkür ederim aradığın için” diyerek vedalaştık ve kapadık telefonu.


Sonra biraz daha mesajlaştık. Zaten fakirliğin dibiyim şu sıra, telefonumdaki kredilerin tamamını da mesaj atmak için harcadım. Ertesi güne kalmadı tabi ki. Bana bir yerde “ben senden sonra hiç sevemedim. İnsanlar tanıdım, benim için sadece güzel şeylerdi. Ama hiç kimseyi sevemedim. Kimse o kadar özel olmadı. Hep arkadaşlarım ısrar etti, ama bir şey hissetmediğim biriyle olamam dedim” yazdı. Amına koyayım korkuluk. Bu okuduklarım beni o kadar mutlu etti ki otokontrolümü elime aldığımda kendimi salak ilan etmekle suçladım. Hala o insan olmaya ne kadar da hazırmışım meğer. Bana olumsuz hissettirmekten başka hiçbir işe yaramayan, hayatımı turuncudan griye çeviren o adama aşık olmaya o kadar hazırmışım ki kendime inanamadım. Bitti sandığım her şey bir yerde hayat buldu. Kendimden de lanet olası duygularımdan da nefret ettim. Hiçbir şeyi eskisi gibi yapmayacak kadar çok uğraşmıştım. Çok şeyi yoluna koydum, kendimce çok şeyi başardım. Hepsini yeniden ateşe veremez, şimdi olduğum kişiden vaz geçemezdim. Olduğum halimle de onu asla sevmemeliydim. Özledim, evet özledim ama onu mu yoksa aşık olmayı mı özledim bilmiyorum. Bir şeyler yazdım, olumsuz olmayan şeyler. Hem onun bana yaptığını yapmak istemedim, duygularını açan bir insanı kırmak bence dünyadaki en kötü şeydi, hem de boşa gitmesini istemedim. İnsanlar birbirini boşuna özlemiş olmamalıydı. Sonra geç oldu saat, konuşurken ya uyudu, ya da yazmak istemedi işte bilmiyorum. Biraz bekledim telefonun başında. Acaba ben mi duymadım diye tuş kilidini açıp birkaç kez kontrol ettim telefonu. Sabah oldu, elime aldım baktım telefonu. En yakın arkadaşlarımdan birinin doğum günüydü ve enerjimin tavan yapması, tüm hücrelerime nüksetmesi gerekiyordu. Tüm gün kendimi telefonu elime alıp mesaj beklerken buldum. Hayır, işte istemediğim şey buydu. Kendimi geri zekalı, hayırsız bir maldan koruyabilirdim, beni üzemez ve yaptıklarıyla kıramazdı bu saatten sonra. Aynı yerden iki defa kıramazdı beni. Buna dayanabilecek kadar büyümüştüm. Kendimi tedavi etme mekanizmam Nobel’e layıktı. Ama kendimden koruyamazdım… Bir şeyler beklerken, beklemediğime inandıramazdım kendimi. Kendimi gerçek aşka kafa yorarken bir kez daha yanılmasına izin veremezdim. Yapmak , yaşamak, tecrübe etmek istediğim hiçbir şey bunla çelişmemeliydi. Sevdiğim şeyler uğruna kendimden fedakarlık etmeyecek ve soğuk yatağımı kendim ısıtacaktım. Bana iyi gelen şeylerle çevirecektim hayatımı, dengesizliklere mahal yoktu. Ona da yer yoktu bunca şey içinde. Usulca vaz geçtim. Son kez olmasını ümit ederek. Dumandan bir şarkı çalıyordu dinlemeye başladığımda…

Allah’ım Allah’ım, ateşlere yürüyorum…
Allah’ım Allah’ım acı ile, aşk ile büyüyorum…