7 Mayıs 2013 Salı

Canım görüşmeyeli neler yaptın? Allah belanı vermiştir inşallah?


Evren bir yerden götüyle gülüyor, kahkahalarını buradan duyuyorum. Ve kusursuz bir orospu çocuğu performansı sergiliyor. Her şey olabilirdi, hepsine ihtimal verirdim fakat bu çok, çok fazla. Benim için bile fazla. Geçenlerde Korkuluk için ne kadar şey yazmış olursam olayım üzerinden çok zaman geçmişti. Sevdiğim zaman çok geride kalmış, çok uzun bir süre nefret edilmiş biriydi. Deşmek, cesedine işemek istiyordum belki ama eskisi kadar ne nefret duyuyor ne de kızıyordum. Hatta içten içe affetmiş bile sayılabilirdim. Özetle vaz geçmiştim. Ayda yılda bir aklıma geliyordu, o da benim çabamla. Vücudundaki benlerin yerlerini bile unutmuştum. Yüzü bile o kadar eski bir siluet ki aklımda, hatırlarken bile biraz düşünmeme sebep oluyor. Onca zaman geçti ve eskiden sahip olduğum tüm duygulardan sıyrılmış, bambaşka hissediyordum. Her şey çok değişmişti, dönmek için hiçbir sebebi yoktu. Dönmekten ziyade hortlamak için. Ben saydım sövdüm o kadar, içim rahat bir şekilde huzurlu bir uykuya dalmıştım…

Aceleyle uyandım, halam oradaydı, ve yanında eşi tarafından bir akrabasını getirdiğini, kızın yeni çocuğu olmuş, hatta oğlu olmuş, işte gezmeye çıkmışlar artık taze anne ve baba olarak. Neyse kalktım şimdi, kahvaltı fasla büyük olacak anlaşıldığı üzere, seksi pijamalarımı çıkardım falan giyindim işte kahvaltı bahçeye hazırlanmış. “Hoş geldiniz” bölümüne girecektim ki gözlerimin yuvalarından çıkmak üzere olduğunu hissettim. Allahın apaçisi, Dexter olmak için başlıbaşına bir sebep olan o ahmak herif bahçemde ve bir bebeğe “agucuk gugucuk” yapıyor. Çığlık atasım var, her bir yanım kilitlenmiş vaziyetteyim, kafamdan aşağısı sanki beton kalıbında dökülmüş gibi. Önce hangisini öldüreyim tanrım? Bu piçi mi öldürsem, karşısındaki sarışın yellozu mu? Çocuk da bana kalır, onu sayısalcı matematik dâhisi olarak yetiştiririm. Paralel evreni keşfeder, ben de gururlanırım. Göz göze gelemiyoruz, hoş geldiniz diyemiyorum çünkü, hayalet konumuna geçtim. Çıldırmanın eşiğindeyim. Bunun daha fazla saçı var kafasında, en son ayrıldığımızda bu kadar da değildi, hatta kel kalıcak da kimse bakmayacak diye kendimi avutuyordum. Ne olmuş bu saçlara, yok yok olamaz bu bir rüya olmalı dediğim an ayaklarım suya erdi. O kadar saç bu mala fazla, allah da biliyo işte ama neyse. Kocaman derin bir nefes aldım ve yataktan kalktım. 

Gördüğüm en kötü kabuslardan biriydi. Katliamın allahını yapardım. Ben bin yıl meditasyon yapsam hazmedemem bunun onda biri değerindeki bir şeyi bile. Kalktım yüzümü yıkadım, içim soğumadı. Kafamı da soğuk suyla yıkadım. Bir de yarım saat kabaran enselerimi fırçaladım. Çocuğun rüyası bile zarar hayatıma. Sanki gerçekten evlenmiş, ya da evlenmek üzereymiş gibi geliyor hala. İçimden bir ses, bu kesin nişan, söz, düğün müğün bir şeyler yapacak diyor. Sormassam ölürdüm. Zaten cevap vermezdi de angut. Çok kısa öz bir mesaj attım. “Seni rüyamda gördüm, evliydin ve oğlun vardı.” Yıl dönümümüzde de atmıştım, o yüzden gurur sınırlarımı bir hayli esnetmiş olduğum için bir de böyle bir düşünce beş duyuma birden hitap eder haliyle rüyamda bile kafama kazındığı için sormamak elimde değildi o gün. “Sana ne” dese, verecek cevabım yok. Neyse, bir saat geçmiş olmalı üzerinden, haldır haldır ders çalışıyorum sabah seansı, telefonum çalmaya başladı. Korkuluk arıyor. Bir de bu salağın telefon numarasını silmiştim ben, ama nasıl artık içselleştirdiysem üç senede toplam 2 kere kullanmak zorunda kaldığım telefon numarasını bir türlü unutamamışım. Mesaj yazarken çatır çatır yazdım aklımdan. Babamınkini bile ezbere bilmiyorum. Neyse açtım, kesin numaramı tanımamıştır, o da silmiştir diye düşünürken. “Merhaba Barış” dedi.  Lanet olsun tanıdı dedim içimden. Az daha laf sokacaktım  “tanıyamadın mı?” gibilerden. İstemsizce iyi bir diyaloğa dönüşecekti. Ben de şans olsa zaten. “Merhaba” dedim.  “Nasılsın?” dedi. Tabi ki iyi olacaktım. Hayatımın en bok gününü bile geçiriyor olsam sana karşı tabi ki muhteşem hissediyormuş gibi anlatacaktım. Hatta her şey o kadar yolunda ki anlatamam, bu kusursuz yaşamımda yerin olmadığını düşünerek kahrından geber, demek isterim. “İyiyim sen nasılsın?” dedim ben de. Allah belanı vermiştir inşallah canım, demek lazımdı işte ama öyle de çok takarmış gibi gözükmek istemiyorum. “Ben de iyiyim. Mesajını gördüm, uzun zamandır görüşmediğimizi fark ettim. Bir arayayım dedim” dedi. Fark etmiş demek, o kadar uzun zamanda ne olduğunu, benim nasıl olduğumu hiç merak ettin mi? Geceleri birden bastıran yalnızlık nöbetlerime nasıl filmler yetiştirdim, etrafımdaki herkes mutluluktan dört dönerken ben hep bir yerlerden seni bekledim sessizce. Mezun oldum, yoktun. Anasının amı gibi kol gibi giren sınavlara girdim, nasıldı bilmiyorsun bile. Oysa “sen nereyi  kazanırsan, ben de oraya yerleşicem. Okulunu bitirene kadar hep birlikte olucaz” derdin. Ben de salak gibi gerçek olacak sanardım. Çok zaman olmuş bir de, oldu tabi piç, allahın belası, çok zaman oldu. Sensiz çok oldu hatta. “Ah evet, uzun zaman oldu, neler yapıyorsun, nasıl gidiyor?” dedim. Hiç de umurumda değildi. Bensiz berbat bir hayatın olmuştur inşallah. Sikin kopmuştur da götüne girmiştir inşallah. Bana bir kere bile veremediğin götün kopmuştur inşallah. “İyi, ben de Antalyadayım” dedi. Tatilde kesin. Senin neyine ulan tatil. Bu mevsimde neyine tatil!  Kim bilir kimle gittin. Ah kesin sevgilisiyle gitti. Ben yola getirdim adam ettim, sefasını başkaları çekecek. Tanrım onlara kim bilir nasıl davranıyor. Hiç zorlanmadan sarılmış, sevmiştir kesin. Benim hiç hissedemediğim tüm sıcaklığı başkalarına vermiştir. N’olur bir an önce bitsin bu konuşma, daha çok öğrendikçe sinirlerim haşat oluyor.  “Ha ben de ders çalışıyordum” dedim.  Telefonun kapanma ihtimalini artırır düşüncesiyle. Sonra her zamanki nasihatlerine başladı. Yok efendim mühendislikler konusunda dikkatli tercihler yapmalıymışım, o da bu işlerin içindeymiş, sonra işte kendimi geliştirirsem iyi işler yapabilirmişim de cart curt. Lan am kafalı salak, ben hiçbir şey bilmiyorum di mi? Sen biliyorsun bir tek, nasıl geliştirecekmişim kendimi, bana nasihat vermek yol yordam göstermek sana mı kaldı? “Çıkamadın hala Tekirdağdan” dedi. O kadar sinirlendim ki, beton kamyonunda döndürüp döndürüp üzerine meteor yağdırmak istedim. Burası doğup büyüdüğüm yerdi, hatta kendimi ait hissettiğim tek yer. Nereye gidersem gideyim, hep bir parçam burada kalacaktı. Burası kurtulmak istediğim bir yer değil, ayrılmam gereken bir yer olacaktı zamanı geldiğinde. Evim, ailem, arkadaşlarım, etrafında su tabancasıyla ıslattım bütün duvarlar, bahçede köşelerde olan karınca yuvalarını minicik parmaklarımla ezdiğim yerler, güneşin doğduğu, battığı teperler, çocukluğum, her şeyim buradaydı. Kaybetmekten çok korktuğum tüm dünyam. Bunu bile anlamdıramayacak duygusallıkta sığ bir öküz olduğun için ve sende sevecek ne bulduysam bunun için kendimden utandım. “Yoo, burayı oldum olası severim. Çıkmak istediğim bir yer değil. İstediğim yere zaten gidebiliyorum. Burada bir yıl daha kalmaktan mutluyum” dedim. “peki, yanlış hatırlıyorum sanırım” dedi. Sonra aklıma geldi, evet yanlış hatırlaman normal, çünkü senle dünyanın her yerinde yaşayabilirmiş gibi davrandım. Küçük bir göl evinde yaşlanalım istedim, hep bunu söylerdim. Öyle hatırlaman normal. Seninle neleri denk tuttuğumu anlayamamış olman da normal. Sevdiğim her şeyden uzak kalıp, seninle olabileceğim mutluluğa, seni ailem yapacak olan şeyleri, anlayamamış olman çok normal. Çünkü sen busun, nankör, kıymet bilmez, değerini hiç hak etmemiş birisin.. “Oldu tamam teşekkür ederim aradığın için” diyerek vedalaştık ve kapadık telefonu.


Sonra biraz daha mesajlaştık. Zaten fakirliğin dibiyim şu sıra, telefonumdaki kredilerin tamamını da mesaj atmak için harcadım. Ertesi güne kalmadı tabi ki. Bana bir yerde “ben senden sonra hiç sevemedim. İnsanlar tanıdım, benim için sadece güzel şeylerdi. Ama hiç kimseyi sevemedim. Kimse o kadar özel olmadı. Hep arkadaşlarım ısrar etti, ama bir şey hissetmediğim biriyle olamam dedim” yazdı. Amına koyayım korkuluk. Bu okuduklarım beni o kadar mutlu etti ki otokontrolümü elime aldığımda kendimi salak ilan etmekle suçladım. Hala o insan olmaya ne kadar da hazırmışım meğer. Bana olumsuz hissettirmekten başka hiçbir işe yaramayan, hayatımı turuncudan griye çeviren o adama aşık olmaya o kadar hazırmışım ki kendime inanamadım. Bitti sandığım her şey bir yerde hayat buldu. Kendimden de lanet olası duygularımdan da nefret ettim. Hiçbir şeyi eskisi gibi yapmayacak kadar çok uğraşmıştım. Çok şeyi yoluna koydum, kendimce çok şeyi başardım. Hepsini yeniden ateşe veremez, şimdi olduğum kişiden vaz geçemezdim. Olduğum halimle de onu asla sevmemeliydim. Özledim, evet özledim ama onu mu yoksa aşık olmayı mı özledim bilmiyorum. Bir şeyler yazdım, olumsuz olmayan şeyler. Hem onun bana yaptığını yapmak istemedim, duygularını açan bir insanı kırmak bence dünyadaki en kötü şeydi, hem de boşa gitmesini istemedim. İnsanlar birbirini boşuna özlemiş olmamalıydı. Sonra geç oldu saat, konuşurken ya uyudu, ya da yazmak istemedi işte bilmiyorum. Biraz bekledim telefonun başında. Acaba ben mi duymadım diye tuş kilidini açıp birkaç kez kontrol ettim telefonu. Sabah oldu, elime aldım baktım telefonu. En yakın arkadaşlarımdan birinin doğum günüydü ve enerjimin tavan yapması, tüm hücrelerime nüksetmesi gerekiyordu. Tüm gün kendimi telefonu elime alıp mesaj beklerken buldum. Hayır, işte istemediğim şey buydu. Kendimi geri zekalı, hayırsız bir maldan koruyabilirdim, beni üzemez ve yaptıklarıyla kıramazdı bu saatten sonra. Aynı yerden iki defa kıramazdı beni. Buna dayanabilecek kadar büyümüştüm. Kendimi tedavi etme mekanizmam Nobel’e layıktı. Ama kendimden koruyamazdım… Bir şeyler beklerken, beklemediğime inandıramazdım kendimi. Kendimi gerçek aşka kafa yorarken bir kez daha yanılmasına izin veremezdim. Yapmak , yaşamak, tecrübe etmek istediğim hiçbir şey bunla çelişmemeliydi. Sevdiğim şeyler uğruna kendimden fedakarlık etmeyecek ve soğuk yatağımı kendim ısıtacaktım. Bana iyi gelen şeylerle çevirecektim hayatımı, dengesizliklere mahal yoktu. Ona da yer yoktu bunca şey içinde. Usulca vaz geçtim. Son kez olmasını ümit ederek. Dumandan bir şarkı çalıyordu dinlemeye başladığımda…

Allah’ım Allah’ım, ateşlere yürüyorum…
Allah’ım Allah’ım acı ile, aşk ile büyüyorum…

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Birinden Yıldızları Saymasını Öğrendim

Böyle salaş liseli kıyafetimle pencerenin önünde oturuyorum bir gün. Zaten genel durumum budur, istemsizce bohem bir tiptim hep. Biraz daha sosyal hali olarak tasvir edilebilirim. Neyse, düşünüyorum böyle rehberlik dersinden sonra üzerimden tırlarla yük geçmiş yüz yirmi bir yaşında biriymişim gibi. Bir sevgilim var, iki seneyi zırlaya zırlaya adama sümük gibi yapışarak sürdürdüm resmen, hala da normal koşullarda olmasını ümit ettiğim bir ilişkim var. Çevirmediğim dolap düzen kalmadı hala dürüst olmasını beklediğim bir sevgilim var, egolarımı tatmin etmeye ihtiyaç duyup sağa sola laga luga muhabbet yaptım ne kadar çok kim bilir, adamdan hala kimseyle konuşmamasını bekliyorum, bir de aksi olunca da damarlarımda kızgın yağlar dolaşıyormuşçasına kıskançlık nöbetleri geçiyorum, üstüne bir de belli etmemeye çalışıyorum.

Kendimden nasıl nefret ediyorum, nasıl tiksinç buluyorum anlatamam o zamanlar. Hep psikolojik baskı bunlar, hep tekerrürden beyin yıkama. Dışarda bir yerde bir laf söylüyor böyle nasıl üzülüyorum, eve gidip taşaklarımı jiletleyesim geliyor. Adam beni o kadar çok eleştiriyor ki, ben de kendimi aşağlık pis böyle evlat zekalı biri sanıyorum. Artık kabullenmişim kendimi, bir de sürekli yaranmaya çalışıyorum buna, öyle böyle değil deli divane aşığım. Ölelim dese beraber Amerika’ya gider Empire States’ten el ele atlarım, öyle gözüm kara, kimseyi görmüyorum. Tipi de bir gösterme imkanım olsa da göstersem. Nasıl anlatayım korkuluk gibi bir tip, iki senelik üniversitesini beş yılda bitirememiş anasını satayım sanki tıp okuyor, bir de benden kısa birkaç santim, benden başka da kimsenin bakmayacağı bir şey aslında ama olay o değil ben uçan kuştan kıskanıyorum adamı. Medeni davranmaya çalışıyordum ilk baş ama yok yani iki sene bu nereye kadar rol kesicem, yağmur gibi esip gürlüyorum, bir de dediğim de olmuyor genelde, saçım başım dökülmeye başladı sinirden.  Nasıl da bi kafadaysam hayatı onunla görüyorum sürekli. E tabi o zamanlar ortamın amına koyduğumuz zamanlardı lisede, yedi tane birbirinden ayrılmayan gerizekalı bir aradayız sürekli, vur patlasın çal oynasın. Dersler desen Matematikten trigonometri var, hala sayısal yaşantımın kabuslarından biri olan konu götümde değil, nasıl olsa korkuluğum var, o bana yetiyor böyle, tek problemim ilişkimiz, hayatımın gençliğimin zirvesindeyim ama iki yüz yıllık yaşlılık var üzerimde bak bak bana yaşattığı ironiye bak am suratlı pezevenk. Ödüm kopuyor ayrılcaz diye, belki ondan önce en az doksan defa ayrılmıştır benden, ne yapıp ne edip tekrar barışırdım bunla. Sonra böyle sevimlilikler falan filan hop hemen mutluluk hormonlarım nirvanaya çıkardı. Nasıl salakmışım, nasıl bir gerizekalı, nasıl bir ezikmişim ben ki böyle mal ötesi bir ilişkiyi hayatımdan kimseye karşı yapmadığım yanlışlarla doldurup, ölürcesine sevdiğim adamla olan ilişkimi bok etmişim bilmiyorum. Velhasıl kelam, bir gün artık yıldönümümüz yaklaşıyor, hala da günüyle saatiyle aklımda sevgili olduğumuz zaman, allah beni kahretsin, sinüs altmış deyince bile kafamdan üçgen çizerken bu tarihi ne zaman düşünsem direkt hatırlıyorum, işte o tarihe gelirken ve ben de biraz daha büyümüşken (on ikinci sınıfa geçiyordum galiba) işte o pencerenin önünde sümsüklendiğim ana dönersek; ilişkim bok gibiydi, o yıl karmaşık sayılar vardı müfredatta, kopyayla geçtiğimi fark ettim, ondan sonra döndüm kendime baktım. Hiç de öyle olmak istediğim insanla alakam yoktu. Tarafsız derecede kişiliksizleşmiştim. Adam benim on altı seneden toparladığımı iki senede sikip atmıştı. Bir de mutlu mesut bir ak hayatım olsa neyse, elimde sıfır. Karnemde sıfır yoktu en azından kankalarım sağ olsun. (Bu kelime de çok “öğk!” aslında)
Bitemeyen ilişkinin bitmesi gereken yerini çok uzun zaman önce geride bırakmıştım. Belki de benden kurtulmayı düşünen, kendince biraz da olsa seven bir adamı ilişkimizde mahsur bırakmıştım. Hani böyle bir şeyi çok uzun zaman yapınca önceden yaptıklarını unutuyorsun, sanki onsuz bir hayat hiç olmayacakmış gibi, beş dakika bile molasız gelen mesajlara pıt pıt pıt cevap vermeyince hayat çekilmeyecekmiş gibi, her aşk şarkısını dinlerken kurduğun seksen senelik planları çöpe atınca sanki yeni bir hayat kurulamayacakmış gibi geliyor. Öyle çok, “ben yaparım, sen uğraşma ben alırım, sen dur yapamazsın ben hallederim.” Duyunca gerçekten hiçbir bok yapamayan bir insan gibi olmuşum artık. Hiç daha önce böyle sevmemiş sevilmemiş modundayım artık ama iş işten geçmiş. Süründürecek bir duygu bütünlüğüm bile kalmadı en sonunda. Gittim çat diye terk ettim Korkuluğu. Bu isim de yakıştı iyi oldu, Korkuluk diyelim madem. Hemen ardından nefesim daraldı telefonu kapatınca. Soluk borum pipet genişliğine kadar inmiş gibi zor nefes alıyordum. Nasıl üzüldüm, nasıl yıprattım aylarca kendimi, kimseyle flörte yeltenemedim. Korkulukla sevgiliyken bile daha fazla fingirdemişimdir hatta. Kederim, çektiğim sancılar, ara ara gelen nöbetlerim, üst üste birikmiş puding kaselerimden öğrendim ben yıldızları saymayı. Doğum günümde bile mesaj atmadı pezo, ağzına sıçayım onun, bayramda bile beklemiştim oysa ki. İki sene kahrını çektim ulan, senin gibi tipe sevgilim dedim, tek kaşlarından utan. Bir altmış dokuz boyundan utan. Ellerinden utanmayabilirsin, onları severdim ama utan işte beni o zaman o kadar üzmüş olmayı başarabildiğin için. Üç sene kimseye aşık olamadıysam başlıca sebebi senin ilişkimizdeki oscarlık piç rolündü. Gelsin kahve kupaları, gitsin kahve kupaları çok zaman geçti gibi üzerinden, ben Korkuluğum olmadan bugünkü ben olamazmışım gibi geliyor. Belki olurdum da daha hataya müsait, daha düzenbaz biri olurdum belki. Adam beni nasıl etkilediyse bir daha anneme “sigara içmiyom ben yaa” diye bile yalan söylemedim. Ondan sonra zaten başıma ne geldiyse doğruluğumdan geldi. O kadar sert çarpmasaydım belki bu kadar büyük konuşamayacaktım. En büyük küfürlerimle dönüm noktamın kesiştiği pezevenk: Özlediğim ve nefret ettiğim çok şeye sahip olarak öldün geberdin gittin belki neredesin, ne bok yapıyorsun bilmiyorum. İnşallah yalnızlıktan ölürsün.

Ben yıldızları saymayı öğrendim, artık bokumu bulursun. Çok zaman geçti belki ama, uzun zamandır da olduğum kişiden çok mutluyum. Bunları yazmasaydım, yarım yamalak öfkemi hep kafamdaki yüklemsiz biten cümlelere bırakacaktım. Bu da biraz bozuk bira tadı gibi bir şey bırakıyordu ağzıma. Sen de bozuk bira gibisin zaten. Öküz, mal, geri zekalı, ana kuzusu bir pezo, nankör köpeksin. Sana verdiğim emekler ve harcadığım sinir hücrelerimin telafisi ne yazık ki yok. Umarım iki üç dört senedir nerde bokta ne yapıyorsan orada olmaya devam et ve hiç karşılaşmayalım. Bir defasında altı ay görüşmemiştik ve senden bir gün bile soğumamış olma mallığını gösterdiğim için Allah benim de belamı verdi bence, daha da verir yani yok şüphem. Eskiden düşünürdüm: “ilerden tanışsaydık kesin evlenirdik bence” diye. Şimdi düşünüyorum da, senle şimdi tanışsaydım ağzını burnunu dağıtmadan bırakmazdım. Tek içimde bu ukde kaldı.

Sevgili Korkuluk; iyi ki vardın, iyi ki kalmadın...