5 Mart 2013 Salı

Geriye ne kaldıysa mor veya pembe değildi...



Teknik olarak martın beşi. Uğruna yapmadığım saçmalık kalmayan sınavıma on dokuz gün kaldı. Nedense hiç hazırmışım gibi gelmiyor. Bende bu hazırlık olayı sürekli bir sorgulama durumuna neden oluyor. Hiç bir şeye hiç bir zaman hazır hissetmemiştim. Ama hep bekledim, aşık olmak için hazır, kavga etmek için hazır, evden ayrılmak için hazır falan filan gibi şeyler. Mesela hep filmlerde duyduğum evliliğe hazır olma durumu vardır ya, onu da hep merak etmişimdir. Hazır olduğunu nasıl anlarsın? Bir sabah ve parmağında bir alyans olması gerektiğini mi düşünürsün. Ya da hazır hissettiğinde artık her şey tamam mıdır, aradan üç yıl geçer ve hala evlendiğin için mutlu musundur mesela? Ya da hazır olmak diye bir şey yoktur, bir şeyi yaparsın ve üzerinden bir zaman geçtikten sonra iyi ki yapmışım mı dersin, hazır olmak tabiri geçmiş için mi söylenir?

Henüz bir teorim yok. Biraz karışık bir şey. Bu konuyu düşündükçe nikah günü evlenmekten vaz geçen koca olacağımı düşünüp kendime küfrediyorum.

Sınav diyordum; aileme, kendime, etrafımdaki her üniversiteliyi kıskanmama neden olan her şeye rağmen buradayım ve yine gün sayıyorum. Geçen yıldan çok daha farklı hissedeceğimi sanıyordum. Pek de farklı değilmiş bir şey dışında. Artık altıma işesem kokar mı kaygım yok. Çünkü bu defa umurumda olmayacak. Her taraftan boş bir yıl geçirmiş olmam yeterince zordu. Bir yıl yetimhanede büyümüş gibi hissetmek için yeterli bir süre. Biraz kimsesiz hissettiğim oluyor. Günün çoğu saat kitaplarla birlikteyim. Bir de benim gibi bir baltaya sap olamamış yirminin altındaki genç lise plus sınıfı ekiple takılıyorum. Az bir zaman sonra geleceğime yön verecek bir sınava giricem. Ve bunu ikinci kez yapıyorum. Bu her şeyin yolunda gitmesini, şans olayından zorunluluk durumuna getiriyor. Kaygılı bir kaç hafta ve sonrasında baya baya hard geçecek iki büyük enfes güzellikte, herkesin eğlendiği, benim evde oturup hayvan gibi ders kasmam gereken iki koca ay. Gözümde büyüyen kodesvari bir şey oluyor. Ben tercih döneminde falan zaten direkt koma olurum. Açıklanana kadar stres, açıklandığı gün internet sitesine girerken olan yavaşlamadan dolayı site açılana kadar olan sürede benim tansiyonunumun 21 ile 2 arasında hızla gidip gelmesinin yarattığı ayak parmaklarının yok olmuş olduğu hissi, aman ya. Ama neresi çıkarsa çıksın sevineceğim bu sefer. Zaman nankörlük zamanı değil. Sevgililerime de hep böyle yaklaştım, iyi biri o, öyle düşünme sevmeye çalış, sen çok mu iyisin dedim dedim sonra acıma yetime gelir koyar götüne lafını artık kim söylediyse neden söylediğini sindirerek içselleştirerek anlamış oldum.

Olmak istediğim kişi hep burada devreye giriyor. Bir gün karar vermem gerekirse büyük harflerle "kariyerim" diyebilecek biri olmak istedim hep. Aşk hayatım hep berbattır da en çok kendimle çelişmeye başladığımda berbat bir şeye dönüşüyor. Öyle büyük harflerle "kariyerim canım" diyemeyeceğim zaman geldiğinde baya bir yerde error vermeye başlıyorum. Sistem çöküyor benim komple, o zamana kadar yükseltmeye aşama aşama atlatmaya çalıştığım ilişki birden bire düşman oluyor. Yıkılması yok edilmesi gereken bir şeymiş gibi, Berlin Duvarı gibi muamele ediyorum. Sonra da bu beni niye terk etti diye düşünürken spora falan başlıyorum hemen. "Çok mu sağlıksızım lan, cildim de mi bozulmuş biraz ne, saçlarımı mı kestirsem acaba, bence iyi öpüşüyorum xxx öyle demişti, çok seviyordu beni hatta, zaten ona öyle davranmakla hayvanlık ettim, gayet güzel biz geçinip giderdik bana hep destek olurdu o. Dur ne desteği mala bağladım hemen. Lan o beni paranoyak ederdi beni şizofrene çevirmişti iki senede nasıl dayandım ben ona, ulan ben nelerini görmüş adamım heyt bee, giden gitsin n'apalım bir hafta Emre Aydın dinlemeyeceğim artık. Sonra geçer zaten. Demet Akalın falan takılayım bu ara." durumuna geçiyorum. Her büyük ayrılık sonrası hiç üzülmeyeceğim numarası yaparım. Çok işe yarar. Başkasına anlatıp zırlamaktan çok iyi. Bir defasında sanki hiç ayrılmamışız gibi yapıp kendime mesaj falan atıyordum. Sonra da gerçekten başkası yazmış gibi okuyordum mesajları. Aynada kendimi görünce başkasıymış gibi gelmeye başlayınca "canım ya sen şizo olmuşsun galiba" falan oldum. Bi duraksadım. O zamandan beri her ilişkimde "ben mesajlaşmayı sevmiyorum yeaa ne o öyle vik vik vik" ayağına yatarım ki alışmayayım diye. Sonra en çok telefonun çalmayışı koyuyor bana da ondan. Ben böyle "dur lan daha ilişkinin başında sonunu düşünürsen olmaz lan mal mısın? Ne özgüvensiz bişeymiş gibi davranıyon oğlum ya" ile "Ahh bu defa kesin oldu bu iş. Beyaz panjurlu evimizi minimalistle klasik arası bir stilde harmanlayıp zevkle döşeyeceğim, tavandan yere kadar olan pencerelerinin önüne berjer koyup beraber kitap okuyacağım, sabah sevişirken işe geç kalacağım bu defa kesin olcak" ve kesin bi bok vardır bunda, baksana aynı xxx'e benziyor bazı davranışları. Bunlar anne karnında yıldızlarla mı şekilleniyor acaba burcu ne bunun neye göre kategorize etmek lazım, neye göre davransam şimdi ben buna" arasında bir ilişkiye başlayıp sonra yağmurda ıslanmayı sevmeyen biri olduğunu öğrenene kadar biraz hevesli olduğum bir diyaloğa dönücek ya da ben olur olmadık salak ve aslında çok önemsiz olan bir ayrıntısına kapılıp aşık olucam ve o geç yazıyor diye ben de cool takılmaya çalışıp 3 dakikayı zar zor geçireceğim bir manyakçık deli divane olan seksen yıllık planlarını her gece yatmadan önce tekrarlayan saplantılı yeni sevgili olucam.

Benden ne bok olucak hiç bir fikrim yok. Bir bok olacağı konusunda bile endişeliyim. Kreması bol şekersiz kahve içen biriyle kütüphanede karşılaşıp Rus Edebiyatı'nı konuşup sonra da tesadüfen sabah spor yaparken parkta karşılaşıp telefon numarasını aldığım ve 3 gün sonra bir akşam yemeğinin ardından teras katında sevişip arkadaşlarımla tanıştıracağım sonra da karaokeli ve içkili bir kır düğününde beyaz yanıp sönen ışıklarla süslenmiş büyük ağacın altındaki nikah masasında evet diyecek biriyle evlenmek istiyorum.

Şimdi Geometri çözücem. Geometrim berbattır. Mühendis olursam götüm o dersleri anlamaya çalışırken bolu tüneli gibi olacak. Neyse artık çok yoruldum, şu konuların hepsini yetiştireyim ve bir an önce sınava gireyim sonra hoop bütün konularda profesör olduktan sonra haziran gelsin hemen sınavlarım süper geçsin. O mutlulukla ben de tatile çıkayım, tatilde de aşk hayatıma çalışayım biraz. Saçlarım hiç yağlanmasın, koltuk altım sevişirken hiç kokmasın, yazın da hiç kokmasın, hayalimdeki aşk senaryolarından her hangi biri nefsime kapılıp soğanlı moğanlı ya da hamburger yediğim zaman, özellikle çiğ köfteden sonra karşıma o zaman çıkmasın. Burun deliklerine yaklaştıktan sonra kokudan dolayı kaybedersem keserim çükümü kahrımdan. Dökülür saçlarım yapamam yaşayamam. Şirketler zincirine CEO olmam lazım ki anca ateşimi söndürebileyim. En azından kariyer yaptım ondan hala evlenemedim ben babaanne derim de bahanem olur.

Çok psikolojim bozuk, çok moralsizim, çok uykusuzum aslında. Hayallerim bile mallaştı. Eskisi gibi değiller, hayallerimden geriye ne kaldıysa şu an mor veya pembe değiller...