15 Ağustos 2014 Cuma

Summer Summer..




     Blog’um yaz tatilinden bir diğer yaz tatiline kadar hasatsız ve uzun bir sezon geçirdi. Sanırım büyük bir yıl boyunca bir şeyler yazmaya vakit ayıramayacak kadar mutluydum. İhanetin her türlüsünü hak ettiğime dair büyük bir kanıt daha.  Şimdi işler biraz karışık, her şeyden önce artık İzmir’liyim. Ya da Yunanistan; emin değilim, sakız adasına falan İzmir’ olduğumdan daha yakın olmalıyım, bu konuyla ilgili matematik benden yana. Büyük bir İzmir defterim var, ve tek entry’e sığamayacak. İçinde bolca yaşanmışlığın olduğu ve en önemlisi çok az baş kahramanın bulunduğu iyi bir hikaye. Şu sıralar hatırlamak istemediğim ama yazmadıkça da unutamayacağım, sövmedikçe de i  yi hatırlayamayacağım kadar çok şey birikti.
    İzmir’i bir yaz tatili için terk ederken yine buradayım, her şeyin başladığı yerde. Ev. Anne-Baba, küçük kız kardeş, superhero arkadaşlar ve diğerleri. Yoğun bir özlemin içinde her şeyi gerçekten yaşanmış yapan bu yer. Ev dediğin yerden tek başına uzaklaştığında fark ediyorsun, geçmişin ve yaşanmışlıkların tam olarak yanında gelmiyor. Bazen sanki bir kaç aydır hayattaymışsın gibi de geride bıraktıklarının hepsi kafandaki kurguymuş gibi. Anılarını yaşanmış kılan fotoğraflar, mektuplar, hediyeler işte burada devreye giriyor. Artık herkese daha fazla ucuz bileklik, küpe, kalem falan bırakıyorum. Bazen hatırlamaya ihtiyacım oluyor, bazen de hatırlanmaya.  Sanırım ölümsüzlük tutkusu bunun gibi bir şey ya da bu ölümsüzlükle alakalı. Felsefi yeteneğimi bir yıllık İngilizce eğitimine kaptırdım. Neyse ki bitti, içime soluduğum hava ve gördüğün yüzler yüksek sesle haykıramadığın her şeye iyi geliyor. Her şeyi biraz özlemişim. Oldukça saf bir mutluluk: tekrar porselen bardakta çay içmek, etrafındaki herkes bu kadar değerliyken...
    E tabi İzmir’I bıraktık, geldik Tekirdağ’a ister istemez bir sorumluluk gereğiymiş gibi bir tatil ihtiyacımız doğdu. Vişne ve diğer bir kaç anasının amı ibneyle daha tatil planları yapıp yola çıktık. Vişneyle de yıllardır götleri bitişik gibi hiç ayrılmayız ama bir defa bile birlikte tatile gidememiştik. Yirmi yılın sonunda bu fırsatı bulduk, dinlenicez, dertleşicez sahilde kitap falan okuyup kol omuz arasındaki ton farkını azaltıcaz falan diye düşünüyoruz ağzımız kulaklarımızda. Ben de bu bizim diğer arkadaşlarımıza güvendim organizasyon konusunda, övünmek gibi olmasın Vişne ve ben bu işlerde çok iyiyizdir, en iyi en ekonomik en eğlenceli şeyleri hep bulur hiç de planımızı bozmayız. Meğer bu grupta bu işten anlayan tek biz varmışız, ki bunu öğrenmek de tatilin sonunda nasip kısmet oldu.

Yola çıkma günü geldi, Vişneyle beraber antidepresanlardan dolayı bir kaç kilo, hadi tamam bir kaçtan biraz daha fazla, fazlası olan biraz azgın biraz dedikoducu biraz da bakire arkadaşımızın evine gittik. Her zaman olduğu gibi yine konu bunun bir türlü kısmetini yiyememesine geldi. Vişne ve ben de bu kadar şekilci olmamalısın gibi önerilerle başlayıp bir kaç defa da vaz geçtik. Ben o anda tatilin geleceğini görmüştüm aslında ama iyi niyetlerimi arza çıkardım. Geçer yani, bulursun birini falan gibi şeylerle geçiştirdik konuyu. Ebenin amı bizde var mı ki sende olsun, bir de beni birileriyle tanıştırın diyor. Allahım tek bir yağmur damlasını esirgediğin uçsuz bucaksız çöllerde gibiyim. Ben kim çöpçatanlık yapacak pozisyon kim. “Yok bizde de bebeğim, Yoooğğhh” diye diye sessize aldık sonunda bunu. Sonra çılgın acıktık biz, bu bizim bakire de deli dehşet güzel yemek yapar ama çok nazlıdır, yani güzel yemek için nazı çekilecek gibi değil, çok ısrar etmeden dışarda yemek fikri her şeyden daha aydınlık oldu kafamda; dışarı çıkarken benim de şarjım yoktu nasıl olsa bunlar alır telefonu diyerek telefonumu şarja bırakıp çıktım ben, böyle iki üç kişilik yemek yedik yine, gören olsa dünyada bir kaç saat sonar planlanmış bir nükleer savaş başlayacak da biz de Rus istihbarat ordusundanız sanar. Yemek yerken de bir yandan arabayla gelecek olan tayfanın ebesinden başlayıp diğer yakınlarına kadar uzanan zincirleme küfür tamlamaları savuruyoruz. Oysa ki Vişne ben alıyorum diye, bakire de Vişne alıyor diye telefonlarını alamamış, bunlar bizi aramış aramış ulaşamamış, biz de götümüzü sere sere yemek yedik, durumu anlayyınca altıma sıçmışım gibi hissettim. Eve dönmek için kalktık, sokağa bir girdik küfürler daha karşıdan duyuluyor, orospular ortalığı ayağa kaldırmış. Daha tatilimiz başından olaylı başladı. Bunlar hep işaret aslında ama çakamadık. Sıkış sokuş arabaya da bindik Vişne ben bakire arkada, iki birbirinden değerli hanfendimiz önde, şoför mahalinde de bu değerli kızlarımızdan birinin sevgilisi işte, iki gay, bir biseksüel, iki hetero ve grup sekse yatkın kız bir de bizden daha gay olan ama kızlarımızdan birinin sevgilisi olan yirmisinde kel kalmış şoförümüz var. Araba bildiğin LGBT arabası, pride falanız. Çılgın eğleniyoruz müzikler falan o biçim ama herkesin götü olması gerekenden yüzde yirmi beş daha ince, fizik kurallarını zorluyoruz arabaya sığmak için. Böyle bitmeyen bir yolculuktan sonar ulaştık tatilimizi geçireceğimiz beldeye. Alkol yasağı yüzünden kızları reklam yapa yapa alkol aramaya başladık çünkü saat on ikiye falan geliyor. İsteseler vericez kızlardan birini, bir de bu tarz espriler yapacak kadar utanmaz ve geniş bir arkadaşlığımız var, her birini çocukluktan itibaren tanımanın ve benimle arkadaş olabilecekleri karakterde olmalarından ileri gelen bir arkadaş ilişkisi. Bulduk içkilerimizi verecek liberal bir mekan, sikerim yasağını tavırlarında aldık kumanyamızı doldurduk arabaya. Bu bizim arkadaşlarımız da daha önce buraya gündüz gelmişler, çok beğenmişler. O kadar ısrar ettiler ki oraya gitmek için biz de “iyi madem” deyip kabul ettik. Çok güzelmiş, harika bir yermiş anlata anlata bitiremediler, keşke yolu da biliyor olsalarmış. Gideceğimiz yere ulaşana kadar her yerde durup biraz daha alkol aldık. Sahilde bir yerde saçma salak taşlardan iskele gibi bir şey yapmışlar, yollarda da kimse yok. Bakire ve bizim kızlardan biri götünü attıra attıra dans ede ede dolaştılar bütün gece, ve uzaktan izleyen bir grup erkek de vardı zaten, neyse tatile geldik diyerek çok siklemedik. Sonra artık mekanımıza gidelim diye anlaşarak yola çıktık yine, ama sürekli yolda durup adres soruyoruz, arabanın içeriğine rağmen cevap vermeye cesaret eden insanların da gözlerinden arabanın kontenjanını hesaplamaya çalıştıkları okunuyor. Telefonla biraz da halkın desteğiyle tüm övgülerin yağdığı o yere girdik. O kadar karanlıktı ki ilk baş işletme bile olduğunu anlamadım. Arabayla ilerlerken bir kulübede uyuyan amca çıktı bize günün anlam ve önemini anlatan konuşmasını ve olası yağmur durumundan dolayı herkesin gittiğini söyledi. Yani bir tek biz vardık, bunu duyunca çok mutlu olmuştum. İlerleyip bir masayı kapattık, üzerimizde de devasa bir çam ağacına bağlı iki büyük boy spot lamba vardı ve biri çok kalıcı değil. Çılgın gibi içip özel yaşamımızın ayrıntılarından falan bahsediyoruz. Ben bütün gece ne kadar güzel bir ilişkim olduğunu, daha iyi bir ilişki örneğinin her iki yaşamda da var olamayacağını falan anlatıyorum,
anlattıkça gözüme daha da mükemmel geliyor.

“Allaaağğğmmm, evren, Karma, Yıldız Tilbe, her kim bakıyorsa bu işlere bana bunları anlatabilecek bir ilişkiyi bahşettiğin için teşekkür ederim.” Diye olumlu söylemlerde bulundum tüm gece. Herkes bıktı beni dinlemeye, onlar başka bir konu açtıkça, “kampa gittik, hem de bisikletle, ben çok seviyorum diye kendine de bisiklet aldı.”, ”Canımız o an ne isterse onu yapıyoruz, biraz yavaş ama ben de sabrediyorum, her şey çok güzel.” , “Cinsel yaşamımız tek kelimeyle mükemmel, duvardan duvara  çarparak sevişiyoruz, saatlerce sürüyor, biz seviştikten sonra bütün ödevlerim kalıyor çünkü ikimiz de dayak yemiş gibi oluyoruz.” gibi şeyler anlatıyorum hepsi de böyle dinliyor, zaten aksine fırsat da vermiyorum.  Mutluluk çok bencil bir dünyaya sevk ediyor insanı. Gerçekten yani çok doğru bir tespitte bulundum bence, çünkü aynını biri bana yapsa onun orda ağzını neşterle taa kulaklarına kadar ayırırdım.  Bu sayede hep gülümser, büyüyünce de Joker olurdu. Neyse anlattığım ve anlatacağım her şey nihayet bittikten sonra sarhoşluğumun tadını çıkartıcam artık rengarenk bir dünyadayım derken bir araç daha geldi bizimkinin yanına, benim tatil de orda bitti.

Araçtaki kişi sayısından çok emin olamadığım, fotografik hafızamın da devredışı kaldığı bir andaydım bu yüzden de muhatap olduğum kitleden habersizim. Çocuklar belli yani çok sağlam tipler değildi, karanlık ama çok belli değil suretleri, acaba sahildeki o grup mu diye düşünüyorum, Vişne de aynı şeyi düşünüyormuş. Boku yediğimizin resmidir, sabaha kadar başımıza her şey gelebilir, hayal gücümün çok daha ötesindeki şeyler. Neyse bunlar arabadan inince “biz buraya geldik ama sorun olur mu?” deme nezaketini gösterdiler. Tam ağzımı açtım: “biz kız arkadaşlarımızla geldik, aşağı tarafa geçseniz daha iyi olur.” Diyecektim ki sadece “Bii” dedim ve bakire atladı, “yok yok sıkıntı değil.” Küçük bir şok yaşadım, sarhoşken sadece küçük şoklar yaşayabiliyorum. Bu orospu bildiğin panik ataktır, akut paranoya, kısmi bir şizofreni bile var; nasıl bunu dedi bunlara diye düşünüyorum sorguluyorum. “Ne deseydim gelmişler dibimize” gibi bir yakarışta bulundu, tamam demek ki on yıl boyunca koyduğum teşhisler tamamen doğru, sadece göt korkusu yüzünden öyle demiş. İşletmenin sahibi geldi, ama bize bilet veren genç eleman değil. Dayı biraz uçmuş, baya uçmuş yani, Tekirdağ’ın 50-60 yaş grubunun yüzü olur. Öyle bir bizden. Çocuklarla tartışmaya başladı, o saatte konuk almayacağını falan yüksek sesle ifade ediyor, biz de Kelle birlikte kulaklarımızı açtık dinliyoruz. Aşağıda bu bakire fısır fısır ortalığı ayağa kaldırmış ne vişne ne ben önüne geçemiyoruz. Toplamış çadırlarımızı, bir sürü senaryo da kurmuş kafasında. Çocuklar adamı öldürecek, bizi de şahit yazacaklarmış. Şahit olur muyuz bilmiyorum ama ben bok yolunda şehit olacaktım sinirden. Ay orospu, her yerde aynı, ağzım ayrıldı söverken. Daha önce de yapmıştı bana bunu. Bir türlü sakinleşmiyor. Ne dersem yok, gidelim sahile çadır kuralım diyor. Yok yani başa çıkamayacağımızı anlayınca toplandık, çocuklar hala adamla tartışırken biz milisanyeler arabanın içinde doluştuk ve gazladık. Orospu telefonunu düşürmüş. Her şey geçti, sakinleşelim derken bir de bunu çıkardı, geri dönüp telefonun flaşıyla orman içinde telefon aradık, yok yok yok yani telefon. Bakireye göre gelen çocuklar çaldı telefonu. Akut şizofreni diye demiyorum boşuna. Telefonu bulamadan sahile indik, kiralık şezlonglar var ama adam kapatmış sarmış şezlongunu. O sinir ve öfkeyle söktüm şezlongu yattım. Hala tatili kurtarma peşindeyim, biraz daha içki almaya gittik vişneyle, adımlarımı zor seçiyorum ama nasıl bir metanet örneğiysek açık tekel bayiini bulduk. Ne kadar alkol, o kadar az sorun. Gayet düz bir mantalite.

O gece sahilde uyucaz, bakireyle sikkoş da arabada uyuyacak. Bakire kurtlu götlü, sabaha kadar söylendi durdu. Bir geliyor “arabanın el freninin üstüne yatıyorum ama araba hareket etmesin bir de, denize uçmayalım, cama biri gelmesin.” Ay millet ne meraklı senin götünü sikmeye. Bulup bulacağın o fren zaten. Travmalar yaşadım sarhoş kafayla. Zar zor sızdım Vişnenin yanında. Sabah uyandığımda karnı burnunda sezaryen gününü bekleyen kadınlar gibiydim. Götüm zaten çok hassastır, sahilde ıslak kumdan çekince soğuğu o kadar çok şişti ki barsaklarım; kahvaltı faslına bile iştirak edemedim. Akşamdan kalmalığı iliklerime kadar yaşadım. Bir yerde “İçki içmek ertesi günden mutluluk çalmaktır.” Diye okumuştum. Gerçekten, hakkını sonuna kadar veren bir söylem.  Tam fosur fosur osurup rahatlamaya başlamıştım ki, denize girme faslına geldik. En azından bu güzel geçer diye düşünüyorum. Yaldır yaldır koştuk denize, gerçekten eğleniyoruz, dibi görünmeyen Tekirdağın nitrifikasyon harikası denizine rağmen. Kremlendik, güneşlendik, fotoğraflar çekildik, her şey yoluna girmeye başlamıştı. Dinlendiğimi hissettmeye yeni başladım. Tam denizde hayvanlaşırken karşıdan bizim Bakire götünü attıra attıra koşuyor el kol yapıyor “çabuk gelin, çabuk gelin” diye. Zaten hiçbir şey bu kadar güzel gidemezdi. Gitse şaşardım yani. Sikkoş, Vişne, Kel, ben beraber çıktık denizden, herkesin surat düştü habire küfür ediyoruz yine ne oldu diye. Telefonu bulunmuş, hani lafta çocukların çaldığı.
İşletmenin sahibi sabah bulmuş telefonu. Sim kartı falan düşmüş telefonundan, kayıtlı olan tek numara da babasınınkiyle bir yakınınkiymiş. Adam sabahın köründe babasını aramış, “oğlunuz şurdaydı dün gece arkadaşlarıyla, sanırım telefonun kaybetmiş” gibi bir konuşma yapmış. Bu pezevenk de amkoduğum salağı babasından gizli gelmiş bizimle. Lan sen kaç yaşındasın amk. Herkesin ağzına lafı tıkmayı biliyorsun da, babana onu söylemeye mi çekindin. Adamın tansiyonu çıkmış, bakireyi kaçırdılar diye. Milletin ne işine yarasın ki o, adam polislere falan haber vermiş. Bildiğin aranıyoruz, ‘most wanted’ olduk Tekirdağ’da. Kendimi GTA’daymış gibi hissettim. “LEAVE ME ALONE”

Neyse tası tarağı topladık biz eve dönücez diye, Bakire ağladı ağlayacak, kimsede moral kalmadı zaten. Hatta Vişne’nin yüzünü hayatım boyunca çok nadir o şekilde görmüşümdür. Ne nemrut oldu karı anında. Bakire de gelmiş “babam nasıl olsa öğrendi, akşama kadar takılabiliriz, hiç gerek yok dönmemize.” Ananın amcığı, biz denizdeyken sahil şeridini niye ayağa kaldırdın o zaman. Vişne de son hamleyi yaptı “Ben bu gerginliğe daha fazla dayanamayacağım, hemen geri dönelim” dedi. İşte tüm tatili özetleyen bir söz oldu. Hepimizin ruh hali oydu çünkü, zaten toparlandık bu telefonla konuşurken, bir de tekrar mı giyinicez. Doluştuk yine arabaya dönüyoruz eve gelmeye az kaldı. Adım atacak halim yok. Bakire çıktı hemen, “Ay ama çok eğlendik ya, okullar açılmadan bidaha yapalım bunu”.

Vişneyle birbirimize bakıştık.

4 Kasım 2013 Pazartesi

Erkek Mezarlığı



Kardanadam’ı affedecek kadar zaman geçmişti galiba. Çok bekledikten sonra ‘iyiyim sen?’ dedim. İyiydim de zaten. O da iyiymiş. Aman ne güzel bunları karşılıklı olarak bilmek. Göt kafalı…


‘Peki’ dedim, aklımdan siktir olup gitsin diye. Beynimde hacim kaplamasını bile istemiyorum aslında. Ayrıldığımızdan beri, daha doğrusu ayrıldıktan sonra benim ona bir hafta aralıksız küfür etmemden bu yana görüşmemiş ve konuşmamıştık. Anlatacak bir şeyleri varmış herhalde ki yazmış bana kaç aydan sonra. Çok kafa yormamıştım o dakikalarda içeriği hakkında bu konunun. ‘Kızgın mısın hala?’ dedi bana. “Yok canım ne kızgın olcam, götüme mi takçam seni ohoo senden sonra neler neler (hiçbir kimse) geldi geçti, hey yavrum hey ben dert tutacak insan mıyım lan seni” demenin çok daha anlamsız halinde olsa da bunu ruh halimde hissederek ve aslında bu kelimelerden birini bile içinde barındırmayan sıradan bir diyalog sürdürdüm.  Konuştuk baya, ayrıldıktan sonra olanları… Dehşete düştüm.

Allah’ım vur dedik öldürdün yeminle, çocuğa ne kadar lanet yağdırdıysam sanki bir şeyler hayatında ters gitmek için programlanmış benden ayrıldıktan sonra. Babası ölmüş KardanAdam’ın. İçim parçalandı. O anlarda yaşadığım vicdan azabını anlatamam. Sanki benim yüzümden olmuş gibi nerdeyse karakola teslim olacaktım. Babasından sonra annesi de kemoterapiye başlamış. Kendimi suçlu hissetmem için gerekenden fazlası var hikayesinde. Bir de sınıfta kalmış bu mal, hadi bu benim yüzümden olamaz, geri zekalıydı zaten. Yelkenleri suya indirdim zaten. Neyine atar yapayım daha. Çok üzüldüm. Bir daha kimseye lanet yağdırıp beddua etmicem. Ben ona öl, geber pisik demiştim, ailesi ve etrafı için bir şey dilemedim. Yeni sevgilileri için dilemiş olabilirim biraz ama yine de böyle bir şey başına geldiği için vicdanımı rahatsız edecek kadar kötü dileğim vardı şahsı hakkında.

Arkadaşız şimdi. Hiç sevişmemiş, hiç seks yapmamış, hiç yan yana yürürken onu kendime yakıştırmamış gibiyim. Sanki hiç canımı yakmamış olan biri gibi günaydınlaşıyoruz arada. Kendisi de çok rahatsızmış ben kırmış olmaktan o yüzden yazmış bana bir de. Acıma acınacak hale gelirsin derler ya, çok doğru bir sözmüş amk. Ben ona gerekli cümleleri sarfeder ağzına sıçardım da, olay örgüsüne yakışık almaz bir durum olurdu. Bir erkeği mezarlığımdan çıkardım o gün. Onun Kardanadam olacağı hiç aklıma gelmezdi. Nefret etmedikten sonra eski sevgili olmanın bir anlamı da yok hani. Umarım mal hayatına yeni başlangıçlar atmak için iyi bir nokta olur da bu, götten herifin düzgünleşmiş halini de görürüm. Kırmış kalbimi, ama birini olduğu gibi kabullenip İlhan Şeşen şarkılarındaki gibi olmak güzel bir şey aslında. Bilmem belki hep yanlıştı duruşum. Belki affetseydim, daha çok severdim seveceklerimi. Büyüyorum lan galiba, bu iş gittikçe sıkıcı bir hale gelmeye başladı bile.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Nasılım? İyi miyim? Evet. Geber piç.



Şu yaz aylarından nefret ediyorum. Tamam deniz kum falan iyi biraz ama yok yani yaşam adına tüm fonksiyonlarım duruyor. Beynim sadece yaşamama yetecek kadar aktif. Salak salak dolanarak, oturmaya gölge yer arayan ya da markete su almaya girip soğutucuların yanında koltukaltı bezlerim normalleşene kadar dikilen; suyu içerde dikilirken içip kasadan da pet şişeyi geçiren bir arsız oluyorum. Yok abi yok yani bu enlemin insanı değilim kesinlikle. Taş devrinde falan olsam ben bu enlemde avlanamayacak kadar amcıklaşmış olduğum için ölür, eşsiz genetik mirasım da çiftleşemeden toprak olurdu. Yok yani, işkence resmen.  Spermlerim kuruyacak da Ricky Martin gibi çoluk çocuğa da karışamıcam diye korkuyorum. Ama kış öyle mi? Tertemiz steril bir defa. Beyaz. Biraz fosil yakıt azizliğine uğruyorum arada ama olsun. Şalı şapkayı tak, kafadan isterse yağlar süzülsün hiç yıkama gereksinimi olmasın. Kamufle et götü göbeği. Kartopu yap, içine buz koy taş koy. En Lisedeysen bir de sigara için bile kamuflaj sayılır kışın ağzında çıkan buharlar. Bu harika artılarını geçtim en azından bir seçenek var elinde, üşürsen giyinirsin, kalorifere dayarsın götçeğizini, alırsın tüte tüte yersin pudingini, yani soğuk için çözümler var. Ama sıcak! Sokakta kendime klima taktırasım geliyor. Akü alıp vantilatör taşıcam artık. Ruhumu teslim edicem amk.

Böyle yine bunaldım bir gün. Yattığım yastığı sırılsıklam etmişim. Kafamdan işiyorum sanki. Bir de   Dıt pıt ötüyor o tablet dang dong salak bildirim sesi kulaklarımı tırmalıyor. Kalk dedim amk kalk kapat şunu. Söve söve kalktım. Bir iki mal arkadaşım can sıkıntısına mesaj yazmış durmuş. O mallara kaydırırken bir de bir piçten mesaj gördüm. Arsızca bana “Nasılısın?” yazmış. Bir de tam yani soru işaretiyle falan. Resmiyete gel. “Dilin bademciklerimdeyken hiç böyle değildin aşağlık köpek, allah belanı versin inşallah, reziiil, utanmadan bir de nasılsın yazmış. Sen merak etmen gereken zamanda sorsaydın nasıl olduğumu, güzel hatıralarımız çiçek böcek bir takım anımsatıcı nesnelerimiz olurdu birbirimizde. Pis nemrut, sıfatsız, karaktersiz piç” diye söylene söylen yuvarlanmaya devam ediyorum yatakta. Bu piç, bu saydırdığım hakaretlerin bir milyon katını hakeden bu şeref yoksunu şey beni terk etti. Resmen terk etti. Ben göt gibi, bir piç gibi ortada kaldım. Hem de her şeyin çok yolunda olduğunu sandığım bir andı.

uyuyabilsem yine sakin bir insan olacağım hayata karşı pozitif falan bakabilmeyi denicem hiç değilse. Yok sağa sola dönüyorum yok.

Biz bu soğuk nevaleyle internette tanışmıştık. Çocuk böyle yapıştı, sülük resmen. Ben de nasıl boşluktayım. Herkes üniversiteye gitti, ben hala ders çalışıyorum, derin depresyon, hayatımdan nefret etme, Sezen Aksu fonunda geçirdiğim günler. Bir de işim de var o zaman, param var, enerjim yok. (nasıl bir malsam, şimdi olsa ortalığın hıııammına) Ona rağmen bula uğraşmak fazlalık geliyor bana. Sanki kanserin tedavisiyim amk. Nasıl ilgi nasıl yok böyle bir şey. Çocuğa iki kelimelik cevaplar yazıyorum bu mal da beni kuul bişey sanıyor galiba anlam veremiyorum. Neyse o anlık acıdım buna ben. Ah dedim şopar sıfatlı bir şey zaten. İnsan ayrımı yapmayayım belki iyi biridir falan diye vicdanımı rahatlatmak için kamerada falan konuştuk. Komşudan mı giriyor n’apıyorsa artık piksel piksel bir kel kafa, lafta yirmi yaşında ama kesin yalan diye düşünmüştüm. Sonra Facebook falan ekleştik. Fotoğrafları iyiymiş çocuğun. İlk baş burun kıvırdım ama fena değil yani, gideri var. Zaten yapacak işim de yok konuştuk geç saatlere kadar. Birkaç gün sonra telefon numaramı verdim. Baya baya ben alışıyorum buna. Nasıl iyi, nasıl efendi böyle. Üzerimde öyle bir etki bıraktı ki sümüğümü atmam dediğim çocuk sadece konuşarak iliğimi kemiğimi akıttı. O hafta sonu buluşma kararı aldık. Atladım geldim İstanbul’a. Taksim’e de geldim. Bu salağın da arkadaşları da o gün gelecek olmuş. O da kıramamış onları. Onlarla beraber takılıcaz. Bana da olur gibi geldi. Belki komedi bir ortam olur, bu salak orda canımı sıkarsa eğer ben de orda koparım gece de arkadaşlardan birine geçerim bunu da bir daha aramam diyordum. Bu kadar plan kurabildim çünkü baya bekletildim. 20 dakikaya yakın. Tüm kurallarımı ilk günden esnettim bu mal için. Ben bunları yapıyorum, kendimce çok emek veriyorum buna ama, işte eşek hoşaftan ne anlar canım ya. 20 dakika bir mağazanın önünde dikildim. Korktum artık dükkanın önünü kapatma diyecekler diye. Bekledim bekledim bekledim… Geri dönme tribine girdim. Zaten yalan söyleyerek evden çıktım, gerginim. Saniyeler değil ömrümden ömür geçiyor. Geri dönme düşüncesi beynime iyice saplandı be harekete geçiyordum…

Oysa ki benim kartım tabletimde takılıymış. Bu sakat beni arayamamış. Meşgul çaldığı için başkasıyla konuşuyorum sanmış. Beklemiş. Mesaj gelince farkettim, “kimle konuşuyorsun?” diye. Ah Salak, nerde kaldı Majestelik? Kaç saattir de triplerdesin.Ne kızdım kendime.  Aradı beni de buluşucaz çok şükür ama benim surat düştü, gülümseyemiyorum, kendimi sakinleştiremiyorum. Hala sinirliyim çok haklıymış gibi. Karşıdan biri geliyor, bizim kele de benziyor, ama o değildir. Zaten çocuk reelde çirkinse çok bozulmak yok diye kendimi en kötüsüne  hazırladım. Bana yaklaşıyor mavi gömlek. Beyaz çizgileri var. Geliyor geliyor, “hadi goool” olsun artık, hadi amk diyorum diyorum. Dua ediyorum o anda. Büyük bir beklenti içinde nefesimi tuttum ve kalp atışım istiklelde yankılanıyor o anlarda. Ve evet işte bu. Oymuş. Çocuk resmen ışıldıyor sokakta, bunca zaman kendimi azla avuturken bu muymuş aslında bu çocuk? “Allah’ım teşekkür ederim. Asla yalan söylemicem, anneme ayakkabılarımı fakir çocuklara veriyor diye hiç kızmıcam, milletin bana güvenerek anlattığı sırları bir daha hiç kankalarıma kimseye söylemeyeceklerine yemin ettirip te bile anlatmıcam. Sağ ol, sağ ol.” Ağzım kulaklarımda ah nasıl mutluyum. İlik gibi piç. Nasıl tatlı. Geç geldi, benim yüzümden, ama o nasıl mahcup. Kelebekler falan oldu her tarafım. Ordan arkadaşlarının yanına kadar yere basmadan yürüdüm.  Çaktırmadan tüm profilini çizdim. Kulakları bile güzel sanki. Yemek yiyorlarmış. Beni beklerlerken acıkmışlar. Biz de arkadaşlarının yanına girdik. 4 kişiydiler. Hepsiyle tanıştım falan. Çocuğun biri fazlasıyla hoş biriymiş. Sarı sürtük. Ona öyle fesatlık dolu bakışlar fırlattım birkaç dakika. Oradan kalktık gezdik biraz daha onlarla, sonra biz bu buzdolabıyla ayrılmaya karar verdik onlardan. Yol boyunca ilişki ideolojisini anlattı. O anlatırken ben kafamda kırk senelik plan kurdum. Yaz tatillerimi nerede geçirebileceğimizi, ben iş bulduktan sonra hangi şehirde yaşayacağımızı falan düşündüm. Arada bir buna “evet, hı hı” falan yaptım. Tamam kesin oldu bu iş.

Benim isteğim üzerine Boğaziçi Üniversitesi’ne gittik. Maksat üniversite göreyim artık. Bahçesinde baya oturduk. Benim fotoğraflarımı çekti, bir de o fotoğrafı ayrıldıktan sonra bile profil fotoğrafı olarak kullandım; belki görür de pişman olur diye. Orada baya konuştuk. Nedense onu dinlemeye karar verdim. Acaba çok mu bencilim, bu yüzden mi kaybediyorum. İnsanlara roller çiziyorum, yapıp yapamayacaklarını bilmeden. Yapamayınca da sövüyorum. İstediğim gibi olmuyorlar, kendileri gibi de olmuyorlar.  Bunun farkına varıyorum arada bir. Onu dinlemem gerektiğini düşündüm sanırım yine. Baya doğru şeylerden falan konuşuyor. Benden hoşlandı mı hoşlanmadı mı anlayamıyorum ama. Tam bir buzdolabı, kardanadam. Evet Tam onu niteleyen bir isim ‘kardanadam’. Esmer de bir şey, süper oldu bu mahlası. Tam bir dengesizlik abidesi. Boğaziçi’nden çıktık. Bebekten ortaköye kadar yürüdük. Neredeyse ölecektim ama gıkım çıkmadı. Ordan kardanadamın evine geçtik. Arkadaşları da gelecek o gece evlerine, ama ilk baş biz ikimiz geldik. Film izleyelim falan dedi, peki dedim ne dicem amk. Gel sevişelim boş ver filmi diyecek halim yok. Bir koltuğa oturdum. Herif geçti bana en uzak koltuğa oturdu. Allah belasını versin. Kendimi korkunç hissettim. Hiç bilmediğim bir semtteyim. Otobüs bile bulamam ordan gitmeye. Taksi durağı bile bulamam. Kaçmak istedim o an. Film bitene kadar tek kelime konuşmadık. Oğlum sen değil miydin bana sülük gibi yapışan, buluşmak için deli olan. O kadar da çirkin değilim bence. Tamam, beğenmemeni kabullenebilirim biraz zorlanarak bile olsa ama ne yani mal. Şu hale bak diye lanet yağdırırken arkadaşları geldi. Hiçbir saniyesini izlemediğim filmi de hala kapatmadı. Sonuna kadar izledi onu. Gelen çocuklar çok kafaydı da o geceyi öyle atlattım. En azından çekilir kıldılar. Votka mı içmiştim hatırlamıyorum ama sarhoş olmadan dayanılacak bir durum yoktu. Bir ara bunla öpüştüğümüzü hatırlıyorum. Ateşli bir kardanadam öpücüğü. Karanlık bir oda, biraz ter falan anımsıyorum. Bir de sabah odada donumu bulamadığımı. Bir uyandım. Sarılmış bana, ay nasıl tatlı. Veledim olsa keşke üstüme falan alsam. Romantikliğin ardından gelen soğuk duş etkisi. Elimi bir uzattım aşağı bokserım yok. Her yeri aradım odada yok. Kardanadamınkini giysem bir ayıp olacak. Üçüncü buluşmadan önce sevişmicem diye yemin etmiştim kendime. İşte beni allah kahretsin. İnşallah salonda falan değildir. Banyoda hiç olmasın lütfen Allahım. O kadar fanteziyi bir gecede sermiş olamam önüne. İlerleyen yıllara saklayacaktım onları ben. Dayanamadım bu psikolojik baskıya. Sarsarak uyandırdım kardanadamı. Kardanpiç. O sırada romantizm, öperek uyandırmak falan aklımda bile değil. Ayak ucumda bulduğum tişörtümle kapadım namahremimi. “hı, ne oldu ya, uyandın mı?” falan diye salaklaşırken bu gördüm ki bokserım yastığın altındaymış. Tanrım, beni sevdiğini tahmin ediyordum da, ilk defa o zaman bu kadar belli ettin. Ben de seni çok seviyordum. O gün çok güzel geçti. Çok fazla güzel hatta. O gün eve döndüm. Sonra tekrar ve tekrar buluştuk. Her iki haftada bir İstanbul’daydım. Korkulukla çok ayrı kalırdık. Bu bari özlemesin araya mesafe girmesin de aynı şeyler olmasın diye sürekli yanında oldum. Kıskanmasın, benim gibi saçını başını yolmasın diye hiç kimseyle konuşmadım. Asla bir tane bile yalan söylemedim. Hep istediğim sevgili kendim oldum. Bu defa biterse kendim sonuna kadar haklı olmalıyım demiştim.

Bunun bir platoniği varmış benden önce. Çocuk bunun yanından kalkıp başkasıyla yatmaya gidiyormuş. Bunu bana anlattığında çok üzülmüştüm. Yemek yapıyordu bize. Sımsıkı sarıldım ona. Çok zor bir şey olmalı. Başıma geldiğini düşünemiyorum bile. Canımdan can gibiydi. Ona gerçekten aşıktım. Onu seviyordum. Belki yaptığım en doğru seçimlerden biriydi o. Onun kalbini kıran o insandan da nefret ediyordum.  Ama çocuğun kim olduğunu sormamıştım. Bir gün aklıma geldi. “Kim o tanıyor muyum?” dedim. “Evet” dedi. Çok meraklandım. Kim peki falan soruyorum bir türlü cevap vermiyor. Gittikçe şüpheleniyorum. Arkadaşım falan mı lan yoksa,  ölürüm kıskançlıktan. Gerçekten ölürüm. Bu öküz bana böyle öküz gibi davranırken yakınımdan birine altı ay platonik kaldıysa oturur ağlarım orda. Kim o falan diye o kadar çok ısrar ettim ki sonunda söyledi. Duymaz olaydım. Resmen kurduğum kırk sene aynı anda götüme geri kaçtı. İnanamadım. Onun kafasını orada mutfak tezgahına vurarak parçalamak istedim. İlk buluşmamızda fesatlanarak baktığım sarışın sürtükmüş. Ama bak ben sürtük demiştim. Ama ben anladım. Oh çok iyi yapmış. Keşke yanında verseydi başkasına. Allah seni kahretsin, sen nasıl bir rezilsin, nasıl bir midesizsin. Biz onun yanında öpüştük. Biz içerde sevişirken o yan odadaydı, biz kaç kez birlikte takıldık, erkek dedikosudu yaptık, yemek yedik, yanında elimi tuttun, gözüme baktın, sen geber pislik. Mideme krapmlar girdi. Bir kova kum yutmuşum gibi ağzım ciğerlerim kurudu saniyeler içinde. Hem sövüyorum, hem moddan moda geçiyorum. Neler dedim hiç hatırlamıyorum. Ondan nefret ettim, hem de kıskançlığım burnumdan çıkacaktı nerdeyse, üzgünüm bir yandan, bir yandan hiddetliyim. Gururum mantığım hepsi birbirine girdi. Verilecek bir tepki bulamıyorum. O gün ayrıldım ondan. Daha önce de birkaç kez yapmıştım ama bu başkaydı. Birkaç gün sonra yine barıştık. İşte benim hatam buydu. Hiç yaşanmamış gibi saydım bazı şeyleri. Soğukluğunu yapısı diye kabullendim. Mesafesini kalp kırıklıklarından sandım. Anlamaya çalıştım onu. Empatinin amınakoydum. Özletmedim, kıskandırmadım. Ve her şeyi yoluna koyduğumuzu sandığım bir anda, yeni bir test kitabına başlarken beni aradı. “Senle bir şey konuşmak istiyorum uygunsan” dedi. Ders çalışmam gerek sonra konuşuruz dedim. Kariyerim ön planda lafta. Bok. Ancak milleti inandırabilirim buna. Duygusalım işte lanet olsun. İçim içimi yedi. Yarım saat zor bekledim arasın diye. Tırnaklarımı derilerine kadar kemirdim. Önleri testere gibi oldu. Aradı beni Kardanadam. Hiç olmadığı kadar soğuk geldi sesi. Ayrılık çanlarını daha o anda hissettim. Keşke “Aa ben de senden ayrılcaktım tam, iyi oldu aradığın” deyip kapasaydım telefonu. Ama o konuştu. Ben birini özlemek, kıskanmak istiyorum dedi piç. Bana bunu dedi. “Yapamıyorum, seni seviyorum ama yapamıyorum” dedi. Hiç yıkılmış gibi olmadım. Anladım onu, korkuluktan sonra ben de ona tapamadım ama sevdim kendimce. Ki biz ayrılalı bir yılı aşkın zaman geçmişti. Onunki daha yeni sayılırdı. Yaralarını sarmak için kısa bir süre zarfı. Ben de yapamazdım. Yaptığımı sanardım belki, ama yapamazdım. Sessizce gitmek zamanıydı benim için. Hayatımda kendimi dingin ve mantıklı hissettiğim ender dakikalardandır. Yüz yılın en kuul ayrılığını yaptım. Hiç üzülmeden, hiç kızmadan, sövmeden terk edildim. Anladığımı söyledim. Çünkü onun kalbini daha fazla yıpratamazdım. İnsanları kırmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu öğrenmenin birinci yıldönümündeydim. Biraz şey de vardı, ‘aman nasıl olsa geri dönecek’. Öyle sandım.

Kardanadam geri dönmedi. Nasılım diye bile aramadı. Merak etmedi beni. Günde bir milyon kere profiline girdim. Ekli bile değildi üstelik, hemen silmiş engellemiştim. Arkadaşımın Facebook hesabından kontrol ediyordum. Ayrılıkla ilgili bile bir şey paylaşmamıştı. Muhtemelen üzülmemiş, üzerinden yük kalkmıştır herhalde. Ben bunları gördükçe, bir de üstüne okula yeni kayıt olanlarla ilgli bir gönderisini okuyunca doldum doldum, o kuul ayrılıktan eser bırakmadım. Sövdüm sövdüm, kendi kendime atarın ilahesini yaptım.  Ne radikal kararlar aldım aldım, tutmadım. Asla yapmayacaklarım listeme maddeler ekledim bir milyon tane daha. Ondan nefret ettim. Bunu ona da söyledim. Sen aşağlık birisin, umarım karşıma çıkmazsın, ağzını burnunu dağıtıcam allah senin belanı versin dedim. Ne beddualar ettim. Ölsün istedim. Sonra bir daha hiç aramadım onu ve hiç takip etmedim.

Şimdi gelmiş bana ‘nasılsın?’ diyor.  Soru işareti bile var üstelik.