15 Ağustos 2014 Cuma

Summer Summer..




     Blog’um yaz tatilinden bir diğer yaz tatiline kadar hasatsız ve uzun bir sezon geçirdi. Sanırım büyük bir yıl boyunca bir şeyler yazmaya vakit ayıramayacak kadar mutluydum. İhanetin her türlüsünü hak ettiğime dair büyük bir kanıt daha.  Şimdi işler biraz karışık, her şeyden önce artık İzmir’liyim. Ya da Yunanistan; emin değilim, sakız adasına falan İzmir’ olduğumdan daha yakın olmalıyım, bu konuyla ilgili matematik benden yana. Büyük bir İzmir defterim var, ve tek entry’e sığamayacak. İçinde bolca yaşanmışlığın olduğu ve en önemlisi çok az baş kahramanın bulunduğu iyi bir hikaye. Şu sıralar hatırlamak istemediğim ama yazmadıkça da unutamayacağım, sövmedikçe de i  yi hatırlayamayacağım kadar çok şey birikti.
    İzmir’i bir yaz tatili için terk ederken yine buradayım, her şeyin başladığı yerde. Ev. Anne-Baba, küçük kız kardeş, superhero arkadaşlar ve diğerleri. Yoğun bir özlemin içinde her şeyi gerçekten yaşanmış yapan bu yer. Ev dediğin yerden tek başına uzaklaştığında fark ediyorsun, geçmişin ve yaşanmışlıkların tam olarak yanında gelmiyor. Bazen sanki bir kaç aydır hayattaymışsın gibi de geride bıraktıklarının hepsi kafandaki kurguymuş gibi. Anılarını yaşanmış kılan fotoğraflar, mektuplar, hediyeler işte burada devreye giriyor. Artık herkese daha fazla ucuz bileklik, küpe, kalem falan bırakıyorum. Bazen hatırlamaya ihtiyacım oluyor, bazen de hatırlanmaya.  Sanırım ölümsüzlük tutkusu bunun gibi bir şey ya da bu ölümsüzlükle alakalı. Felsefi yeteneğimi bir yıllık İngilizce eğitimine kaptırdım. Neyse ki bitti, içime soluduğum hava ve gördüğün yüzler yüksek sesle haykıramadığın her şeye iyi geliyor. Her şeyi biraz özlemişim. Oldukça saf bir mutluluk: tekrar porselen bardakta çay içmek, etrafındaki herkes bu kadar değerliyken...
    E tabi İzmir’I bıraktık, geldik Tekirdağ’a ister istemez bir sorumluluk gereğiymiş gibi bir tatil ihtiyacımız doğdu. Vişne ve diğer bir kaç anasının amı ibneyle daha tatil planları yapıp yola çıktık. Vişneyle de yıllardır götleri bitişik gibi hiç ayrılmayız ama bir defa bile birlikte tatile gidememiştik. Yirmi yılın sonunda bu fırsatı bulduk, dinlenicez, dertleşicez sahilde kitap falan okuyup kol omuz arasındaki ton farkını azaltıcaz falan diye düşünüyoruz ağzımız kulaklarımızda. Ben de bu bizim diğer arkadaşlarımıza güvendim organizasyon konusunda, övünmek gibi olmasın Vişne ve ben bu işlerde çok iyiyizdir, en iyi en ekonomik en eğlenceli şeyleri hep bulur hiç de planımızı bozmayız. Meğer bu grupta bu işten anlayan tek biz varmışız, ki bunu öğrenmek de tatilin sonunda nasip kısmet oldu.

Yola çıkma günü geldi, Vişneyle beraber antidepresanlardan dolayı bir kaç kilo, hadi tamam bir kaçtan biraz daha fazla, fazlası olan biraz azgın biraz dedikoducu biraz da bakire arkadaşımızın evine gittik. Her zaman olduğu gibi yine konu bunun bir türlü kısmetini yiyememesine geldi. Vişne ve ben de bu kadar şekilci olmamalısın gibi önerilerle başlayıp bir kaç defa da vaz geçtik. Ben o anda tatilin geleceğini görmüştüm aslında ama iyi niyetlerimi arza çıkardım. Geçer yani, bulursun birini falan gibi şeylerle geçiştirdik konuyu. Ebenin amı bizde var mı ki sende olsun, bir de beni birileriyle tanıştırın diyor. Allahım tek bir yağmur damlasını esirgediğin uçsuz bucaksız çöllerde gibiyim. Ben kim çöpçatanlık yapacak pozisyon kim. “Yok bizde de bebeğim, Yoooğğhh” diye diye sessize aldık sonunda bunu. Sonra çılgın acıktık biz, bu bizim bakire de deli dehşet güzel yemek yapar ama çok nazlıdır, yani güzel yemek için nazı çekilecek gibi değil, çok ısrar etmeden dışarda yemek fikri her şeyden daha aydınlık oldu kafamda; dışarı çıkarken benim de şarjım yoktu nasıl olsa bunlar alır telefonu diyerek telefonumu şarja bırakıp çıktım ben, böyle iki üç kişilik yemek yedik yine, gören olsa dünyada bir kaç saat sonar planlanmış bir nükleer savaş başlayacak da biz de Rus istihbarat ordusundanız sanar. Yemek yerken de bir yandan arabayla gelecek olan tayfanın ebesinden başlayıp diğer yakınlarına kadar uzanan zincirleme küfür tamlamaları savuruyoruz. Oysa ki Vişne ben alıyorum diye, bakire de Vişne alıyor diye telefonlarını alamamış, bunlar bizi aramış aramış ulaşamamış, biz de götümüzü sere sere yemek yedik, durumu anlayyınca altıma sıçmışım gibi hissettim. Eve dönmek için kalktık, sokağa bir girdik küfürler daha karşıdan duyuluyor, orospular ortalığı ayağa kaldırmış. Daha tatilimiz başından olaylı başladı. Bunlar hep işaret aslında ama çakamadık. Sıkış sokuş arabaya da bindik Vişne ben bakire arkada, iki birbirinden değerli hanfendimiz önde, şoför mahalinde de bu değerli kızlarımızdan birinin sevgilisi işte, iki gay, bir biseksüel, iki hetero ve grup sekse yatkın kız bir de bizden daha gay olan ama kızlarımızdan birinin sevgilisi olan yirmisinde kel kalmış şoförümüz var. Araba bildiğin LGBT arabası, pride falanız. Çılgın eğleniyoruz müzikler falan o biçim ama herkesin götü olması gerekenden yüzde yirmi beş daha ince, fizik kurallarını zorluyoruz arabaya sığmak için. Böyle bitmeyen bir yolculuktan sonar ulaştık tatilimizi geçireceğimiz beldeye. Alkol yasağı yüzünden kızları reklam yapa yapa alkol aramaya başladık çünkü saat on ikiye falan geliyor. İsteseler vericez kızlardan birini, bir de bu tarz espriler yapacak kadar utanmaz ve geniş bir arkadaşlığımız var, her birini çocukluktan itibaren tanımanın ve benimle arkadaş olabilecekleri karakterde olmalarından ileri gelen bir arkadaş ilişkisi. Bulduk içkilerimizi verecek liberal bir mekan, sikerim yasağını tavırlarında aldık kumanyamızı doldurduk arabaya. Bu bizim arkadaşlarımız da daha önce buraya gündüz gelmişler, çok beğenmişler. O kadar ısrar ettiler ki oraya gitmek için biz de “iyi madem” deyip kabul ettik. Çok güzelmiş, harika bir yermiş anlata anlata bitiremediler, keşke yolu da biliyor olsalarmış. Gideceğimiz yere ulaşana kadar her yerde durup biraz daha alkol aldık. Sahilde bir yerde saçma salak taşlardan iskele gibi bir şey yapmışlar, yollarda da kimse yok. Bakire ve bizim kızlardan biri götünü attıra attıra dans ede ede dolaştılar bütün gece, ve uzaktan izleyen bir grup erkek de vardı zaten, neyse tatile geldik diyerek çok siklemedik. Sonra artık mekanımıza gidelim diye anlaşarak yola çıktık yine, ama sürekli yolda durup adres soruyoruz, arabanın içeriğine rağmen cevap vermeye cesaret eden insanların da gözlerinden arabanın kontenjanını hesaplamaya çalıştıkları okunuyor. Telefonla biraz da halkın desteğiyle tüm övgülerin yağdığı o yere girdik. O kadar karanlıktı ki ilk baş işletme bile olduğunu anlamadım. Arabayla ilerlerken bir kulübede uyuyan amca çıktı bize günün anlam ve önemini anlatan konuşmasını ve olası yağmur durumundan dolayı herkesin gittiğini söyledi. Yani bir tek biz vardık, bunu duyunca çok mutlu olmuştum. İlerleyip bir masayı kapattık, üzerimizde de devasa bir çam ağacına bağlı iki büyük boy spot lamba vardı ve biri çok kalıcı değil. Çılgın gibi içip özel yaşamımızın ayrıntılarından falan bahsediyoruz. Ben bütün gece ne kadar güzel bir ilişkim olduğunu, daha iyi bir ilişki örneğinin her iki yaşamda da var olamayacağını falan anlatıyorum,
anlattıkça gözüme daha da mükemmel geliyor.

“Allaaağğğmmm, evren, Karma, Yıldız Tilbe, her kim bakıyorsa bu işlere bana bunları anlatabilecek bir ilişkiyi bahşettiğin için teşekkür ederim.” Diye olumlu söylemlerde bulundum tüm gece. Herkes bıktı beni dinlemeye, onlar başka bir konu açtıkça, “kampa gittik, hem de bisikletle, ben çok seviyorum diye kendine de bisiklet aldı.”, ”Canımız o an ne isterse onu yapıyoruz, biraz yavaş ama ben de sabrediyorum, her şey çok güzel.” , “Cinsel yaşamımız tek kelimeyle mükemmel, duvardan duvara  çarparak sevişiyoruz, saatlerce sürüyor, biz seviştikten sonra bütün ödevlerim kalıyor çünkü ikimiz de dayak yemiş gibi oluyoruz.” gibi şeyler anlatıyorum hepsi de böyle dinliyor, zaten aksine fırsat da vermiyorum.  Mutluluk çok bencil bir dünyaya sevk ediyor insanı. Gerçekten yani çok doğru bir tespitte bulundum bence, çünkü aynını biri bana yapsa onun orda ağzını neşterle taa kulaklarına kadar ayırırdım.  Bu sayede hep gülümser, büyüyünce de Joker olurdu. Neyse anlattığım ve anlatacağım her şey nihayet bittikten sonra sarhoşluğumun tadını çıkartıcam artık rengarenk bir dünyadayım derken bir araç daha geldi bizimkinin yanına, benim tatil de orda bitti.

Araçtaki kişi sayısından çok emin olamadığım, fotografik hafızamın da devredışı kaldığı bir andaydım bu yüzden de muhatap olduğum kitleden habersizim. Çocuklar belli yani çok sağlam tipler değildi, karanlık ama çok belli değil suretleri, acaba sahildeki o grup mu diye düşünüyorum, Vişne de aynı şeyi düşünüyormuş. Boku yediğimizin resmidir, sabaha kadar başımıza her şey gelebilir, hayal gücümün çok daha ötesindeki şeyler. Neyse bunlar arabadan inince “biz buraya geldik ama sorun olur mu?” deme nezaketini gösterdiler. Tam ağzımı açtım: “biz kız arkadaşlarımızla geldik, aşağı tarafa geçseniz daha iyi olur.” Diyecektim ki sadece “Bii” dedim ve bakire atladı, “yok yok sıkıntı değil.” Küçük bir şok yaşadım, sarhoşken sadece küçük şoklar yaşayabiliyorum. Bu orospu bildiğin panik ataktır, akut paranoya, kısmi bir şizofreni bile var; nasıl bunu dedi bunlara diye düşünüyorum sorguluyorum. “Ne deseydim gelmişler dibimize” gibi bir yakarışta bulundu, tamam demek ki on yıl boyunca koyduğum teşhisler tamamen doğru, sadece göt korkusu yüzünden öyle demiş. İşletmenin sahibi geldi, ama bize bilet veren genç eleman değil. Dayı biraz uçmuş, baya uçmuş yani, Tekirdağ’ın 50-60 yaş grubunun yüzü olur. Öyle bir bizden. Çocuklarla tartışmaya başladı, o saatte konuk almayacağını falan yüksek sesle ifade ediyor, biz de Kelle birlikte kulaklarımızı açtık dinliyoruz. Aşağıda bu bakire fısır fısır ortalığı ayağa kaldırmış ne vişne ne ben önüne geçemiyoruz. Toplamış çadırlarımızı, bir sürü senaryo da kurmuş kafasında. Çocuklar adamı öldürecek, bizi de şahit yazacaklarmış. Şahit olur muyuz bilmiyorum ama ben bok yolunda şehit olacaktım sinirden. Ay orospu, her yerde aynı, ağzım ayrıldı söverken. Daha önce de yapmıştı bana bunu. Bir türlü sakinleşmiyor. Ne dersem yok, gidelim sahile çadır kuralım diyor. Yok yani başa çıkamayacağımızı anlayınca toplandık, çocuklar hala adamla tartışırken biz milisanyeler arabanın içinde doluştuk ve gazladık. Orospu telefonunu düşürmüş. Her şey geçti, sakinleşelim derken bir de bunu çıkardı, geri dönüp telefonun flaşıyla orman içinde telefon aradık, yok yok yok yani telefon. Bakireye göre gelen çocuklar çaldı telefonu. Akut şizofreni diye demiyorum boşuna. Telefonu bulamadan sahile indik, kiralık şezlonglar var ama adam kapatmış sarmış şezlongunu. O sinir ve öfkeyle söktüm şezlongu yattım. Hala tatili kurtarma peşindeyim, biraz daha içki almaya gittik vişneyle, adımlarımı zor seçiyorum ama nasıl bir metanet örneğiysek açık tekel bayiini bulduk. Ne kadar alkol, o kadar az sorun. Gayet düz bir mantalite.

O gece sahilde uyucaz, bakireyle sikkoş da arabada uyuyacak. Bakire kurtlu götlü, sabaha kadar söylendi durdu. Bir geliyor “arabanın el freninin üstüne yatıyorum ama araba hareket etmesin bir de, denize uçmayalım, cama biri gelmesin.” Ay millet ne meraklı senin götünü sikmeye. Bulup bulacağın o fren zaten. Travmalar yaşadım sarhoş kafayla. Zar zor sızdım Vişnenin yanında. Sabah uyandığımda karnı burnunda sezaryen gününü bekleyen kadınlar gibiydim. Götüm zaten çok hassastır, sahilde ıslak kumdan çekince soğuğu o kadar çok şişti ki barsaklarım; kahvaltı faslına bile iştirak edemedim. Akşamdan kalmalığı iliklerime kadar yaşadım. Bir yerde “İçki içmek ertesi günden mutluluk çalmaktır.” Diye okumuştum. Gerçekten, hakkını sonuna kadar veren bir söylem.  Tam fosur fosur osurup rahatlamaya başlamıştım ki, denize girme faslına geldik. En azından bu güzel geçer diye düşünüyorum. Yaldır yaldır koştuk denize, gerçekten eğleniyoruz, dibi görünmeyen Tekirdağın nitrifikasyon harikası denizine rağmen. Kremlendik, güneşlendik, fotoğraflar çekildik, her şey yoluna girmeye başlamıştı. Dinlendiğimi hissettmeye yeni başladım. Tam denizde hayvanlaşırken karşıdan bizim Bakire götünü attıra attıra koşuyor el kol yapıyor “çabuk gelin, çabuk gelin” diye. Zaten hiçbir şey bu kadar güzel gidemezdi. Gitse şaşardım yani. Sikkoş, Vişne, Kel, ben beraber çıktık denizden, herkesin surat düştü habire küfür ediyoruz yine ne oldu diye. Telefonu bulunmuş, hani lafta çocukların çaldığı.
İşletmenin sahibi sabah bulmuş telefonu. Sim kartı falan düşmüş telefonundan, kayıtlı olan tek numara da babasınınkiyle bir yakınınkiymiş. Adam sabahın köründe babasını aramış, “oğlunuz şurdaydı dün gece arkadaşlarıyla, sanırım telefonun kaybetmiş” gibi bir konuşma yapmış. Bu pezevenk de amkoduğum salağı babasından gizli gelmiş bizimle. Lan sen kaç yaşındasın amk. Herkesin ağzına lafı tıkmayı biliyorsun da, babana onu söylemeye mi çekindin. Adamın tansiyonu çıkmış, bakireyi kaçırdılar diye. Milletin ne işine yarasın ki o, adam polislere falan haber vermiş. Bildiğin aranıyoruz, ‘most wanted’ olduk Tekirdağ’da. Kendimi GTA’daymış gibi hissettim. “LEAVE ME ALONE”

Neyse tası tarağı topladık biz eve dönücez diye, Bakire ağladı ağlayacak, kimsede moral kalmadı zaten. Hatta Vişne’nin yüzünü hayatım boyunca çok nadir o şekilde görmüşümdür. Ne nemrut oldu karı anında. Bakire de gelmiş “babam nasıl olsa öğrendi, akşama kadar takılabiliriz, hiç gerek yok dönmemize.” Ananın amcığı, biz denizdeyken sahil şeridini niye ayağa kaldırdın o zaman. Vişne de son hamleyi yaptı “Ben bu gerginliğe daha fazla dayanamayacağım, hemen geri dönelim” dedi. İşte tüm tatili özetleyen bir söz oldu. Hepimizin ruh hali oydu çünkü, zaten toparlandık bu telefonla konuşurken, bir de tekrar mı giyinicez. Doluştuk yine arabaya dönüyoruz eve gelmeye az kaldı. Adım atacak halim yok. Bakire çıktı hemen, “Ay ama çok eğlendik ya, okullar açılmadan bidaha yapalım bunu”.

Vişneyle birbirimize bakıştık.