26 Ağustos 2013 Pazartesi

Nasılım? İyi miyim? Evet. Geber piç.



Şu yaz aylarından nefret ediyorum. Tamam deniz kum falan iyi biraz ama yok yani yaşam adına tüm fonksiyonlarım duruyor. Beynim sadece yaşamama yetecek kadar aktif. Salak salak dolanarak, oturmaya gölge yer arayan ya da markete su almaya girip soğutucuların yanında koltukaltı bezlerim normalleşene kadar dikilen; suyu içerde dikilirken içip kasadan da pet şişeyi geçiren bir arsız oluyorum. Yok abi yok yani bu enlemin insanı değilim kesinlikle. Taş devrinde falan olsam ben bu enlemde avlanamayacak kadar amcıklaşmış olduğum için ölür, eşsiz genetik mirasım da çiftleşemeden toprak olurdu. Yok yani, işkence resmen.  Spermlerim kuruyacak da Ricky Martin gibi çoluk çocuğa da karışamıcam diye korkuyorum. Ama kış öyle mi? Tertemiz steril bir defa. Beyaz. Biraz fosil yakıt azizliğine uğruyorum arada ama olsun. Şalı şapkayı tak, kafadan isterse yağlar süzülsün hiç yıkama gereksinimi olmasın. Kamufle et götü göbeği. Kartopu yap, içine buz koy taş koy. En Lisedeysen bir de sigara için bile kamuflaj sayılır kışın ağzında çıkan buharlar. Bu harika artılarını geçtim en azından bir seçenek var elinde, üşürsen giyinirsin, kalorifere dayarsın götçeğizini, alırsın tüte tüte yersin pudingini, yani soğuk için çözümler var. Ama sıcak! Sokakta kendime klima taktırasım geliyor. Akü alıp vantilatör taşıcam artık. Ruhumu teslim edicem amk.

Böyle yine bunaldım bir gün. Yattığım yastığı sırılsıklam etmişim. Kafamdan işiyorum sanki. Bir de   Dıt pıt ötüyor o tablet dang dong salak bildirim sesi kulaklarımı tırmalıyor. Kalk dedim amk kalk kapat şunu. Söve söve kalktım. Bir iki mal arkadaşım can sıkıntısına mesaj yazmış durmuş. O mallara kaydırırken bir de bir piçten mesaj gördüm. Arsızca bana “Nasılısın?” yazmış. Bir de tam yani soru işaretiyle falan. Resmiyete gel. “Dilin bademciklerimdeyken hiç böyle değildin aşağlık köpek, allah belanı versin inşallah, reziiil, utanmadan bir de nasılsın yazmış. Sen merak etmen gereken zamanda sorsaydın nasıl olduğumu, güzel hatıralarımız çiçek böcek bir takım anımsatıcı nesnelerimiz olurdu birbirimizde. Pis nemrut, sıfatsız, karaktersiz piç” diye söylene söylen yuvarlanmaya devam ediyorum yatakta. Bu piç, bu saydırdığım hakaretlerin bir milyon katını hakeden bu şeref yoksunu şey beni terk etti. Resmen terk etti. Ben göt gibi, bir piç gibi ortada kaldım. Hem de her şeyin çok yolunda olduğunu sandığım bir andı.

uyuyabilsem yine sakin bir insan olacağım hayata karşı pozitif falan bakabilmeyi denicem hiç değilse. Yok sağa sola dönüyorum yok.

Biz bu soğuk nevaleyle internette tanışmıştık. Çocuk böyle yapıştı, sülük resmen. Ben de nasıl boşluktayım. Herkes üniversiteye gitti, ben hala ders çalışıyorum, derin depresyon, hayatımdan nefret etme, Sezen Aksu fonunda geçirdiğim günler. Bir de işim de var o zaman, param var, enerjim yok. (nasıl bir malsam, şimdi olsa ortalığın hıııammına) Ona rağmen bula uğraşmak fazlalık geliyor bana. Sanki kanserin tedavisiyim amk. Nasıl ilgi nasıl yok böyle bir şey. Çocuğa iki kelimelik cevaplar yazıyorum bu mal da beni kuul bişey sanıyor galiba anlam veremiyorum. Neyse o anlık acıdım buna ben. Ah dedim şopar sıfatlı bir şey zaten. İnsan ayrımı yapmayayım belki iyi biridir falan diye vicdanımı rahatlatmak için kamerada falan konuştuk. Komşudan mı giriyor n’apıyorsa artık piksel piksel bir kel kafa, lafta yirmi yaşında ama kesin yalan diye düşünmüştüm. Sonra Facebook falan ekleştik. Fotoğrafları iyiymiş çocuğun. İlk baş burun kıvırdım ama fena değil yani, gideri var. Zaten yapacak işim de yok konuştuk geç saatlere kadar. Birkaç gün sonra telefon numaramı verdim. Baya baya ben alışıyorum buna. Nasıl iyi, nasıl efendi böyle. Üzerimde öyle bir etki bıraktı ki sümüğümü atmam dediğim çocuk sadece konuşarak iliğimi kemiğimi akıttı. O hafta sonu buluşma kararı aldık. Atladım geldim İstanbul’a. Taksim’e de geldim. Bu salağın da arkadaşları da o gün gelecek olmuş. O da kıramamış onları. Onlarla beraber takılıcaz. Bana da olur gibi geldi. Belki komedi bir ortam olur, bu salak orda canımı sıkarsa eğer ben de orda koparım gece de arkadaşlardan birine geçerim bunu da bir daha aramam diyordum. Bu kadar plan kurabildim çünkü baya bekletildim. 20 dakikaya yakın. Tüm kurallarımı ilk günden esnettim bu mal için. Ben bunları yapıyorum, kendimce çok emek veriyorum buna ama, işte eşek hoşaftan ne anlar canım ya. 20 dakika bir mağazanın önünde dikildim. Korktum artık dükkanın önünü kapatma diyecekler diye. Bekledim bekledim bekledim… Geri dönme tribine girdim. Zaten yalan söyleyerek evden çıktım, gerginim. Saniyeler değil ömrümden ömür geçiyor. Geri dönme düşüncesi beynime iyice saplandı be harekete geçiyordum…

Oysa ki benim kartım tabletimde takılıymış. Bu sakat beni arayamamış. Meşgul çaldığı için başkasıyla konuşuyorum sanmış. Beklemiş. Mesaj gelince farkettim, “kimle konuşuyorsun?” diye. Ah Salak, nerde kaldı Majestelik? Kaç saattir de triplerdesin.Ne kızdım kendime.  Aradı beni de buluşucaz çok şükür ama benim surat düştü, gülümseyemiyorum, kendimi sakinleştiremiyorum. Hala sinirliyim çok haklıymış gibi. Karşıdan biri geliyor, bizim kele de benziyor, ama o değildir. Zaten çocuk reelde çirkinse çok bozulmak yok diye kendimi en kötüsüne  hazırladım. Bana yaklaşıyor mavi gömlek. Beyaz çizgileri var. Geliyor geliyor, “hadi goool” olsun artık, hadi amk diyorum diyorum. Dua ediyorum o anda. Büyük bir beklenti içinde nefesimi tuttum ve kalp atışım istiklelde yankılanıyor o anlarda. Ve evet işte bu. Oymuş. Çocuk resmen ışıldıyor sokakta, bunca zaman kendimi azla avuturken bu muymuş aslında bu çocuk? “Allah’ım teşekkür ederim. Asla yalan söylemicem, anneme ayakkabılarımı fakir çocuklara veriyor diye hiç kızmıcam, milletin bana güvenerek anlattığı sırları bir daha hiç kankalarıma kimseye söylemeyeceklerine yemin ettirip te bile anlatmıcam. Sağ ol, sağ ol.” Ağzım kulaklarımda ah nasıl mutluyum. İlik gibi piç. Nasıl tatlı. Geç geldi, benim yüzümden, ama o nasıl mahcup. Kelebekler falan oldu her tarafım. Ordan arkadaşlarının yanına kadar yere basmadan yürüdüm.  Çaktırmadan tüm profilini çizdim. Kulakları bile güzel sanki. Yemek yiyorlarmış. Beni beklerlerken acıkmışlar. Biz de arkadaşlarının yanına girdik. 4 kişiydiler. Hepsiyle tanıştım falan. Çocuğun biri fazlasıyla hoş biriymiş. Sarı sürtük. Ona öyle fesatlık dolu bakışlar fırlattım birkaç dakika. Oradan kalktık gezdik biraz daha onlarla, sonra biz bu buzdolabıyla ayrılmaya karar verdik onlardan. Yol boyunca ilişki ideolojisini anlattı. O anlatırken ben kafamda kırk senelik plan kurdum. Yaz tatillerimi nerede geçirebileceğimizi, ben iş bulduktan sonra hangi şehirde yaşayacağımızı falan düşündüm. Arada bir buna “evet, hı hı” falan yaptım. Tamam kesin oldu bu iş.

Benim isteğim üzerine Boğaziçi Üniversitesi’ne gittik. Maksat üniversite göreyim artık. Bahçesinde baya oturduk. Benim fotoğraflarımı çekti, bir de o fotoğrafı ayrıldıktan sonra bile profil fotoğrafı olarak kullandım; belki görür de pişman olur diye. Orada baya konuştuk. Nedense onu dinlemeye karar verdim. Acaba çok mu bencilim, bu yüzden mi kaybediyorum. İnsanlara roller çiziyorum, yapıp yapamayacaklarını bilmeden. Yapamayınca da sövüyorum. İstediğim gibi olmuyorlar, kendileri gibi de olmuyorlar.  Bunun farkına varıyorum arada bir. Onu dinlemem gerektiğini düşündüm sanırım yine. Baya doğru şeylerden falan konuşuyor. Benden hoşlandı mı hoşlanmadı mı anlayamıyorum ama. Tam bir buzdolabı, kardanadam. Evet Tam onu niteleyen bir isim ‘kardanadam’. Esmer de bir şey, süper oldu bu mahlası. Tam bir dengesizlik abidesi. Boğaziçi’nden çıktık. Bebekten ortaköye kadar yürüdük. Neredeyse ölecektim ama gıkım çıkmadı. Ordan kardanadamın evine geçtik. Arkadaşları da gelecek o gece evlerine, ama ilk baş biz ikimiz geldik. Film izleyelim falan dedi, peki dedim ne dicem amk. Gel sevişelim boş ver filmi diyecek halim yok. Bir koltuğa oturdum. Herif geçti bana en uzak koltuğa oturdu. Allah belasını versin. Kendimi korkunç hissettim. Hiç bilmediğim bir semtteyim. Otobüs bile bulamam ordan gitmeye. Taksi durağı bile bulamam. Kaçmak istedim o an. Film bitene kadar tek kelime konuşmadık. Oğlum sen değil miydin bana sülük gibi yapışan, buluşmak için deli olan. O kadar da çirkin değilim bence. Tamam, beğenmemeni kabullenebilirim biraz zorlanarak bile olsa ama ne yani mal. Şu hale bak diye lanet yağdırırken arkadaşları geldi. Hiçbir saniyesini izlemediğim filmi de hala kapatmadı. Sonuna kadar izledi onu. Gelen çocuklar çok kafaydı da o geceyi öyle atlattım. En azından çekilir kıldılar. Votka mı içmiştim hatırlamıyorum ama sarhoş olmadan dayanılacak bir durum yoktu. Bir ara bunla öpüştüğümüzü hatırlıyorum. Ateşli bir kardanadam öpücüğü. Karanlık bir oda, biraz ter falan anımsıyorum. Bir de sabah odada donumu bulamadığımı. Bir uyandım. Sarılmış bana, ay nasıl tatlı. Veledim olsa keşke üstüme falan alsam. Romantikliğin ardından gelen soğuk duş etkisi. Elimi bir uzattım aşağı bokserım yok. Her yeri aradım odada yok. Kardanadamınkini giysem bir ayıp olacak. Üçüncü buluşmadan önce sevişmicem diye yemin etmiştim kendime. İşte beni allah kahretsin. İnşallah salonda falan değildir. Banyoda hiç olmasın lütfen Allahım. O kadar fanteziyi bir gecede sermiş olamam önüne. İlerleyen yıllara saklayacaktım onları ben. Dayanamadım bu psikolojik baskıya. Sarsarak uyandırdım kardanadamı. Kardanpiç. O sırada romantizm, öperek uyandırmak falan aklımda bile değil. Ayak ucumda bulduğum tişörtümle kapadım namahremimi. “hı, ne oldu ya, uyandın mı?” falan diye salaklaşırken bu gördüm ki bokserım yastığın altındaymış. Tanrım, beni sevdiğini tahmin ediyordum da, ilk defa o zaman bu kadar belli ettin. Ben de seni çok seviyordum. O gün çok güzel geçti. Çok fazla güzel hatta. O gün eve döndüm. Sonra tekrar ve tekrar buluştuk. Her iki haftada bir İstanbul’daydım. Korkulukla çok ayrı kalırdık. Bu bari özlemesin araya mesafe girmesin de aynı şeyler olmasın diye sürekli yanında oldum. Kıskanmasın, benim gibi saçını başını yolmasın diye hiç kimseyle konuşmadım. Asla bir tane bile yalan söylemedim. Hep istediğim sevgili kendim oldum. Bu defa biterse kendim sonuna kadar haklı olmalıyım demiştim.

Bunun bir platoniği varmış benden önce. Çocuk bunun yanından kalkıp başkasıyla yatmaya gidiyormuş. Bunu bana anlattığında çok üzülmüştüm. Yemek yapıyordu bize. Sımsıkı sarıldım ona. Çok zor bir şey olmalı. Başıma geldiğini düşünemiyorum bile. Canımdan can gibiydi. Ona gerçekten aşıktım. Onu seviyordum. Belki yaptığım en doğru seçimlerden biriydi o. Onun kalbini kıran o insandan da nefret ediyordum.  Ama çocuğun kim olduğunu sormamıştım. Bir gün aklıma geldi. “Kim o tanıyor muyum?” dedim. “Evet” dedi. Çok meraklandım. Kim peki falan soruyorum bir türlü cevap vermiyor. Gittikçe şüpheleniyorum. Arkadaşım falan mı lan yoksa,  ölürüm kıskançlıktan. Gerçekten ölürüm. Bu öküz bana böyle öküz gibi davranırken yakınımdan birine altı ay platonik kaldıysa oturur ağlarım orda. Kim o falan diye o kadar çok ısrar ettim ki sonunda söyledi. Duymaz olaydım. Resmen kurduğum kırk sene aynı anda götüme geri kaçtı. İnanamadım. Onun kafasını orada mutfak tezgahına vurarak parçalamak istedim. İlk buluşmamızda fesatlanarak baktığım sarışın sürtükmüş. Ama bak ben sürtük demiştim. Ama ben anladım. Oh çok iyi yapmış. Keşke yanında verseydi başkasına. Allah seni kahretsin, sen nasıl bir rezilsin, nasıl bir midesizsin. Biz onun yanında öpüştük. Biz içerde sevişirken o yan odadaydı, biz kaç kez birlikte takıldık, erkek dedikosudu yaptık, yemek yedik, yanında elimi tuttun, gözüme baktın, sen geber pislik. Mideme krapmlar girdi. Bir kova kum yutmuşum gibi ağzım ciğerlerim kurudu saniyeler içinde. Hem sövüyorum, hem moddan moda geçiyorum. Neler dedim hiç hatırlamıyorum. Ondan nefret ettim, hem de kıskançlığım burnumdan çıkacaktı nerdeyse, üzgünüm bir yandan, bir yandan hiddetliyim. Gururum mantığım hepsi birbirine girdi. Verilecek bir tepki bulamıyorum. O gün ayrıldım ondan. Daha önce de birkaç kez yapmıştım ama bu başkaydı. Birkaç gün sonra yine barıştık. İşte benim hatam buydu. Hiç yaşanmamış gibi saydım bazı şeyleri. Soğukluğunu yapısı diye kabullendim. Mesafesini kalp kırıklıklarından sandım. Anlamaya çalıştım onu. Empatinin amınakoydum. Özletmedim, kıskandırmadım. Ve her şeyi yoluna koyduğumuzu sandığım bir anda, yeni bir test kitabına başlarken beni aradı. “Senle bir şey konuşmak istiyorum uygunsan” dedi. Ders çalışmam gerek sonra konuşuruz dedim. Kariyerim ön planda lafta. Bok. Ancak milleti inandırabilirim buna. Duygusalım işte lanet olsun. İçim içimi yedi. Yarım saat zor bekledim arasın diye. Tırnaklarımı derilerine kadar kemirdim. Önleri testere gibi oldu. Aradı beni Kardanadam. Hiç olmadığı kadar soğuk geldi sesi. Ayrılık çanlarını daha o anda hissettim. Keşke “Aa ben de senden ayrılcaktım tam, iyi oldu aradığın” deyip kapasaydım telefonu. Ama o konuştu. Ben birini özlemek, kıskanmak istiyorum dedi piç. Bana bunu dedi. “Yapamıyorum, seni seviyorum ama yapamıyorum” dedi. Hiç yıkılmış gibi olmadım. Anladım onu, korkuluktan sonra ben de ona tapamadım ama sevdim kendimce. Ki biz ayrılalı bir yılı aşkın zaman geçmişti. Onunki daha yeni sayılırdı. Yaralarını sarmak için kısa bir süre zarfı. Ben de yapamazdım. Yaptığımı sanardım belki, ama yapamazdım. Sessizce gitmek zamanıydı benim için. Hayatımda kendimi dingin ve mantıklı hissettiğim ender dakikalardandır. Yüz yılın en kuul ayrılığını yaptım. Hiç üzülmeden, hiç kızmadan, sövmeden terk edildim. Anladığımı söyledim. Çünkü onun kalbini daha fazla yıpratamazdım. İnsanları kırmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu öğrenmenin birinci yıldönümündeydim. Biraz şey de vardı, ‘aman nasıl olsa geri dönecek’. Öyle sandım.

Kardanadam geri dönmedi. Nasılım diye bile aramadı. Merak etmedi beni. Günde bir milyon kere profiline girdim. Ekli bile değildi üstelik, hemen silmiş engellemiştim. Arkadaşımın Facebook hesabından kontrol ediyordum. Ayrılıkla ilgili bile bir şey paylaşmamıştı. Muhtemelen üzülmemiş, üzerinden yük kalkmıştır herhalde. Ben bunları gördükçe, bir de üstüne okula yeni kayıt olanlarla ilgli bir gönderisini okuyunca doldum doldum, o kuul ayrılıktan eser bırakmadım. Sövdüm sövdüm, kendi kendime atarın ilahesini yaptım.  Ne radikal kararlar aldım aldım, tutmadım. Asla yapmayacaklarım listeme maddeler ekledim bir milyon tane daha. Ondan nefret ettim. Bunu ona da söyledim. Sen aşağlık birisin, umarım karşıma çıkmazsın, ağzını burnunu dağıtıcam allah senin belanı versin dedim. Ne beddualar ettim. Ölsün istedim. Sonra bir daha hiç aramadım onu ve hiç takip etmedim.

Şimdi gelmiş bana ‘nasılsın?’ diyor.  Soru işareti bile var üstelik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder