14 Temmuz 2013 Pazar

Yeniden başlasak, bu defa durmasak..



Korkuluk beni hiç aramadı. Ben de onu hiç düşünmedim. Galiba ait olduğu yere, asla değmeyenler evrenine geri döndü. Hak etmeyen bütün piçler bence bir araya toplayıp sonsuza kadar yalnız bırakmalıyız. Genlerindeki hayırsız piç bölümünü asimile bile edebiliriz. Gelecek neslin mutluluğu için mesela. Biz üzüldük, onlar üzülmesin. Kimi sevseler o da onları o kadar sevsin. Kalpleri kırılmadan büyüsün. İlk aşklarını hep gözlerini kapayarak düşünebilsinler falan filan.

Korkuluk yokken huzur ve refah içinde ders çalıştım, hiçbir duygusal nevroza sürüklenmedim ve net biçimde acı çektiğim de söylenemez. Süper diyemesem de, ‘idare eder’ olarak nitelendirebiliyorum sınav sonuçlarımı da. Galiba İzmir’e gidicem. Önümde yüksek lisansıyla Erasmus’uyla şekillendirebileceğim kocaman bir akademik hayatım olacak. O kadar heyecanlı ve hevesliyim ki üniversiteli olmak için, üç beş kelebekle havaya uçabilirim. Bokumda bile kıpırtılar görüyorum. Şu bir hafta boyunca sürekli girip İzmir’i ve üniversiteyi araştırdım. İnsanlığa oldukça uzak fakat ben üniversite özlemiyle yanıp tutuşurken gözüme cennet gibi gözüküyor. Sanki hepsini yapabilecekmişim gibi tüm avantajlarını kullanma planları yapıyorum. Çok heveslendim amk bu işe. Bu hırs bana ilk derse girene kadar gider. Sonra sınıfı geçmeye çalışan psikolojiye giricem yine.  Ne yüksek lisanslar ne doktoralar geçiyor böyle kafamdan, pipimden baloncuklar çıkacak. Tercihler açıklanana kadar geçecek sürede on yıl yaşlanıcam. Annem babam ve her şeyden sürekli şikâyet eden babanem bile bana çok iyi davranıyor. Yıllar sonra evlatlık olmadığıma inanmaya başladım.



Her şey gerçek olamayacak kadar iyi gidiyor. Sonunda ne gelecek merak ediyorum. Böyle zamanlarda hep böyle olur çünkü, evrenin gösterip vermeyen kız amınakoydumsuluğundaki oyunları hep bunlar. Bir şey ne kadar süre iyi giderse kötü gideceği süre de o kadar çoğalır. Başıma ne gelecek diye endişelenmeye başlıyorum. Bir yaz daha böyle olmuştu, tüm yazı annem ve babamdan uzakta, neredeyse sürekli tatilde geçirmiştim. Yemek yeyip yemediğimi soran; saçımdan, mesajlaşma hızımdan, akraba düğünlerine gitmek istememe kadar her şeye sürekli, molasız söylenen annem ve babamdan uzaktım. O yazın sonunda korkulukla tanışmıştık. Yine böyle bir şeyin olma olasılığı korteksimde karadelik açıyor. Belki de böyledir, belki bundan sonra hayatımın aurası maviden turuncuya geçer, yüz yılın sevgilisiyle tanışır, derslerim hep AA olur, hadi B’ye de razıyım, manzaralı bir apart bulur ve çok eğlenceli bir oda arkadaşım olabilirdi. Yani bunların hepsinin birden olma olasılığı imkansız sayılmazdı. Murphy’i haksız çıkartmak için tonlarca sebep sunabilirdi yaşantım bana. Bu kadar optimistlik bana bile fazla bazen ama hayal kurmak bu demek. Şimdiden kötü olabilecek şeyleri düşünüp akışımı olumsuzluğa kaydıramam. Bir ara spor salonuna gitmeliyim. Artık yerlerde sürünen cinsel yaşamım ruh sağlığımı bozuyor. Sürekli nirvanadayım. Dünyadaki son nefes alan yaratık o olsa sümüğümü atmam diyeceğim tipler bile zaman zaman ‘fena değil’ gibi gelmeye başlıyor. En azından baklava falan çıkartırsam belki katsayım 0.16’dan daha yüksek bir değere ulaşır.

Bir de biriyle yeni tanışma olaylarında baya pratiğe ihtiyacım var. Bu beklenti sürecinde tamamen platonik bir tavırdayım. Sürekli doğru insanın gelip beni bulacağını, en iyi ihtimalle eşit bir ritüelde tanışacağımızı düşünüyorum. Kimseye ilk mesajı atamam mesela, ilk ‘seni seviyorum’ diyen ben olmamak için kendimi kasmaktan inme inecek bir gün. Kompleksin allahıyım böyle konularda. Daha önce denedim, ilişkiyi götüren taraf olmayı birkaç kez denemiştim. Sonra sürekli her şeyi zorla yaptıran tiplerden hissediyorum kendimi. Ne dese batıyor, ne dese alınıyorum. Dünyadaki en berbat insanmış gibi hissediyorum kendimi. Sosyal yaşantıda ne kadar rahatsam ilişkilerdeki özgüvenim o kadar az. Daha tanışırken bile nasıl ayrılırız acaba diye düşünüyorum. Saçlarının önünü diken kısmi apaçi gibi duran fakat birkaç Dostoyevski kitabı okumuş olan o çocuğu gördüğümde bunları dinlemeye çalışırken bir yandan da, “ben mesafeyi koruyayım derken bu kesin başkasıyla konuşur, ben de bunu yakalarım. Yumruklasam çok mu kro gözükürüm acaba, sessizce ayrılsam daha bir kuul olur sanki” diye düşünmüştüm. Ne zaman hiç umursamayan, duyguları hiç yokmuş gibi davranan, hiç takmayan o kişiyi oynamak yerine ne zaman gerçek kişiliğime çeviricem bilmiyorum. Keşke bununla ilgili bir kurs falan olsaydı. Tüm alıklar toplanır, ayrılıklar sonrası puding kaselerini boşaltmaz, içip içip mesaj atmazdık. Tüm insanlığa daha mutlu bir elektrik gönderebilirdik belki. Lanet olsun, biriyle işler boka sardığında tırnaklarımı bile suçlu buluyorum. Asla normal bir ilişki yürütemicem sanırım. Çok güveneceğim ve kaygısızca düşleyebileceğim yüz yılın aşkını beklemekteyim. Ne kadar klişe. Ne kadar gelinlik kız ideolojisi, nasıl bir malım amk ben. Her filmde ve kitapta benim gibi olan tipler ilk sevgililer olur. Ve herkes bilir ki hiçbir filmde adam ya da kadın ilk sevgilisiyle evlenmez. The Notebook hariç tabi. O filmde kadın başkasıyla nişanlanmak üzereyken ilk sevgilisine geri döndü. Zaten tüm ümidim bu filmlerden yana. Açlık oyunlarına bir bakın, tanrı aşkına kim Gale kazansın ister ki, bir yerlerde kendi hikayem olmak zorunda. Ve tanrım bu benim kaderim olsa iyi olur. Yoksa bu dünyayı birbirine katarım haberin olsun.