Korkuluk beni hiç aramadı. Ben de onu hiç düşünmedim. Galiba
ait olduğu yere, asla değmeyenler evrenine geri döndü. Hak etmeyen bütün piçler
bence bir araya toplayıp sonsuza kadar yalnız bırakmalıyız. Genlerindeki
hayırsız piç bölümünü asimile bile edebiliriz. Gelecek neslin mutluluğu için
mesela. Biz üzüldük, onlar üzülmesin. Kimi sevseler o da onları o kadar sevsin.
Kalpleri kırılmadan büyüsün. İlk aşklarını hep gözlerini kapayarak
düşünebilsinler falan filan.
Korkuluk yokken huzur ve refah içinde ders çalıştım, hiçbir duygusal
nevroza sürüklenmedim ve net biçimde acı çektiğim de söylenemez. Süper
diyemesem de, ‘idare eder’ olarak nitelendirebiliyorum sınav sonuçlarımı da.
Galiba İzmir’e gidicem. Önümde yüksek lisansıyla Erasmus’uyla
şekillendirebileceğim kocaman bir akademik hayatım olacak. O kadar heyecanlı ve
hevesliyim ki üniversiteli olmak için, üç beş kelebekle havaya uçabilirim.
Bokumda bile kıpırtılar görüyorum. Şu bir hafta boyunca sürekli girip İzmir’i
ve üniversiteyi araştırdım. İnsanlığa oldukça uzak fakat ben üniversite özlemiyle
yanıp tutuşurken gözüme cennet gibi gözüküyor. Sanki hepsini yapabilecekmişim
gibi tüm avantajlarını kullanma planları yapıyorum. Çok heveslendim amk bu işe.
Bu hırs bana ilk derse girene kadar gider. Sonra sınıfı geçmeye çalışan
psikolojiye giricem yine. Ne yüksek
lisanslar ne doktoralar geçiyor böyle kafamdan, pipimden baloncuklar çıkacak.
Tercihler açıklanana kadar geçecek sürede on yıl yaşlanıcam. Annem babam ve her
şeyden sürekli şikâyet eden babanem bile bana çok iyi davranıyor. Yıllar sonra
evlatlık olmadığıma inanmaya başladım.
Her şey gerçek olamayacak kadar iyi gidiyor. Sonunda ne
gelecek merak ediyorum. Böyle zamanlarda hep böyle olur çünkü, evrenin gösterip
vermeyen kız amınakoydumsuluğundaki oyunları hep bunlar. Bir şey ne kadar süre
iyi giderse kötü gideceği süre de o kadar çoğalır. Başıma ne gelecek diye
endişelenmeye başlıyorum. Bir yaz daha böyle olmuştu, tüm yazı annem ve
babamdan uzakta, neredeyse sürekli tatilde geçirmiştim. Yemek yeyip yemediğimi
soran; saçımdan, mesajlaşma hızımdan, akraba düğünlerine gitmek istememe kadar
her şeye sürekli, molasız söylenen annem ve babamdan uzaktım. O yazın sonunda
korkulukla tanışmıştık. Yine böyle bir şeyin olma olasılığı korteksimde
karadelik açıyor. Belki de böyledir, belki bundan sonra hayatımın aurası
maviden turuncuya geçer, yüz yılın sevgilisiyle tanışır, derslerim hep AA olur,
hadi B’ye de razıyım, manzaralı bir apart bulur ve çok eğlenceli bir oda
arkadaşım olabilirdi. Yani bunların hepsinin birden olma olasılığı imkansız
sayılmazdı. Murphy’i haksız çıkartmak için tonlarca sebep sunabilirdi yaşantım
bana. Bu kadar optimistlik bana bile fazla bazen ama hayal kurmak bu demek.
Şimdiden kötü olabilecek şeyleri düşünüp akışımı olumsuzluğa kaydıramam. Bir
ara spor salonuna gitmeliyim. Artık yerlerde sürünen cinsel yaşamım ruh
sağlığımı bozuyor. Sürekli nirvanadayım. Dünyadaki son nefes alan yaratık o
olsa sümüğümü atmam diyeceğim tipler bile zaman zaman ‘fena değil’ gibi gelmeye
başlıyor. En azından baklava falan çıkartırsam belki katsayım 0.16’dan daha
yüksek bir değere ulaşır.
Bir de biriyle yeni tanışma olaylarında baya pratiğe
ihtiyacım var. Bu beklenti sürecinde tamamen platonik bir tavırdayım. Sürekli
doğru insanın gelip beni bulacağını, en iyi ihtimalle eşit bir ritüelde
tanışacağımızı düşünüyorum. Kimseye ilk mesajı atamam mesela, ilk ‘seni
seviyorum’ diyen ben olmamak için kendimi kasmaktan inme inecek bir gün.
Kompleksin allahıyım böyle konularda. Daha önce denedim, ilişkiyi götüren taraf
olmayı birkaç kez denemiştim. Sonra sürekli her şeyi zorla yaptıran tiplerden
hissediyorum kendimi. Ne dese batıyor, ne dese alınıyorum. Dünyadaki en berbat
insanmış gibi hissediyorum kendimi. Sosyal yaşantıda ne kadar rahatsam
ilişkilerdeki özgüvenim o kadar az. Daha tanışırken bile nasıl ayrılırız acaba
diye düşünüyorum. Saçlarının önünü diken kısmi apaçi gibi duran fakat birkaç Dostoyevski
kitabı okumuş olan o çocuğu gördüğümde bunları dinlemeye çalışırken bir yandan
da, “ben mesafeyi koruyayım derken bu kesin başkasıyla konuşur, ben de bunu
yakalarım. Yumruklasam çok mu kro gözükürüm acaba, sessizce ayrılsam daha bir
kuul olur sanki” diye düşünmüştüm. Ne zaman hiç umursamayan, duyguları hiç
yokmuş gibi davranan, hiç takmayan o kişiyi oynamak yerine ne zaman gerçek
kişiliğime çeviricem bilmiyorum. Keşke bununla ilgili bir kurs falan olsaydı.
Tüm alıklar toplanır, ayrılıklar sonrası puding kaselerini boşaltmaz, içip içip
mesaj atmazdık. Tüm insanlığa daha mutlu bir elektrik gönderebilirdik belki.
Lanet olsun, biriyle işler boka sardığında tırnaklarımı bile suçlu buluyorum.
Asla normal bir ilişki yürütemicem sanırım. Çok güveneceğim ve kaygısızca
düşleyebileceğim yüz yılın aşkını beklemekteyim. Ne kadar klişe. Ne kadar
gelinlik kız ideolojisi, nasıl bir malım amk ben. Her filmde ve kitapta benim
gibi olan tipler ilk sevgililer olur. Ve herkes bilir ki hiçbir filmde adam ya
da kadın ilk sevgilisiyle evlenmez. The Notebook hariç tabi. O filmde kadın
başkasıyla nişanlanmak üzereyken ilk sevgilisine geri döndü. Zaten tüm ümidim
bu filmlerden yana. Açlık oyunlarına bir bakın, tanrı aşkına kim Gale kazansın
ister ki, bir yerlerde kendi hikayem olmak zorunda. Ve tanrım bu benim kaderim
olsa iyi olur. Yoksa bu dünyayı birbirine katarım haberin olsun.